Barla Lâhikası - page 349

kimdir?” Niyaz ettiğim vakit karşımızda yüksek bir saray
zuhur etti. O sarayın içerisine girdim ki, kumandanı gö-
reyim. Baktım ki parlak bir çay akıyor. O çayı takip et-
tim. Baktım şubelere ayrılıyor. Devam ettim, tâ menba-
ına kadar gittim. O askerlerin kumandanı o suların sahi-
bini buldum. Yani, Üstadımızı iki adamla başında namaz
kılarken gördüm. Ben de o sudan abdest aldım. Namaza
dâhil oldum. Kalbimin hareketiyle, dilimin şahadetiyle
uyandım. Cenab-ı Hakka şükrettim ki, Üstadımızı bize
gösterdi.
Hizmetkâr ve talebeniz
Mustafa
ì®í
Œ
181
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.]
Bu hafta Otuz Birinci Mektubun Yedinci Lem’ası ile
Üçüncü Lem’asını, hazine-i
Mektubat
’a ilâve ve muhib-
ban ve müştakâne tilâvet eylemekle, vesatat-ı âliyenizle,
bir lütf-i azîm-i İlâhîye daha mazhar olduğumdan dolayı
Kerîm, Rahîm, Bâkî-i Zülcelâl’e yüz binler hamd ve şü-
kür eylemekte ve sevgili Üstadımı rıza-i Samedanîsine ve
vazife-i meşkûre-i maneviyesinde devamlı, nüfuzlu, şü-
mullü muvaffakıyetlere mazhar buyurmasına, âbidâne
tazarru ve niyazlarda bulunmaktayım. Bu bîçare ve is-
yankârdan çok dua beklediğinizi emir buyuruyorsunuz.
Ben o dergâh-ı âlîye ancak bir nevi i’cazının izharına
BARLA LÂHİKASI | 349 |
yakarma.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm sahi-
bi olma.
rıza-i Samedanî:
her şeyin Ona
muhtaç, Onun hiçbir şeye muh-
taç olmadığı Allah’ın hoşnutluğu
razı olması.
Rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen, ko-
ruyan, acıyan Allah.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şube:
bölüm, kısım, takım.
şükür:
teşekkür.
şümul:
içine alma, kapsam.
talebe:
öğrenci.
tazarru:
yalvarma, Allah’a huşû
içinde yalvarma.
tilâvet:
güzel sesle ve anlamını
düşünerek okumak.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı.
vazife-i meşküre-i maneviye:
manevî şükür görevi.
vesatat-ı âliye:
yüce vasıtalar.
zuhur:
ortaya çıkma.
âbidâne:
ibadet edene ya-
kışır surette, kulluğa yaraşır
bir şekilde.
Bâkî-i Zülcelâl:
heybet ve ce-
lâl sahibi olan Allah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
dahil:
karışma, girme.
dergâh-ı âlî:
padişah kapısı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
hamd:
teşekkür, şükran.
hazine-i mektubat:
Mektu-
bat isimli hazine gibi olan
eser.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz
kaldıkları şeyi yapmak.
isyan:
başkaldırma, itaatsiz-
lik, emre karşı gelme.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
Kerîm:
yarattıklarına karşılık
beklemeden bağışta bulu-
nan, kullarına nimetler ihsan
eden, günahları örten, günah
işleyen affeden, Allah.
kumandan:
komutan.
lütf-i azîm-i ilâhî:
Allah’ın bü-
yük lütfu, ihsanı, ikramı.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
menba:
kaynak, her hangi bir
şeyin çıktığı yer.
muhibban:
dostlar, ahbaplar,
sevilenler.
muvaffakıyet:
başarı.
müştakane:
iştiyak ve arzu
ile, çok isteyerek.
nev:
türlü, çeşit.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve
1...,339,340,341,342,343,344,345,346,347,348 350,351,352,353,354,355,356,357,358,359,...720
Powered by FlippingBook