idiler. Ben derakap koşmak istedim. Birlikte ben sizin bir
adım arkanızda olarak vardık. İmamın namazdan fariğ ol-
duğunda, nasıl yüzünü cemaate çevirir, bizim girdiğimiz
tarafa doğru Zat-ı Risalet dönmüşler. Diz üstüne oturmuş-
lar ve biz de vardık. Zat-ı âlîniz hemen bir adım mesafeli
olarak diz çöküp oturdunuz. Ben de sizin arkanızda diz
çöküp oturdum. Siz Resul-i Ekremle (
ASM
) ile epey müd-
det görüştünüz. dikkatli vech-i saadete nazar ettiğimde,
alnı vech-i mübareki güneş gibi gayet parlak ve sair aksa-
mı buğday rengi, re’yü’l-ayn müşahede ettim. O esnada
mükâlemeniz neye müncer olduğunu anlayamadım. Tef-
sirini Üstad-ı Ekremime havale ediyorum. Yalnız kasır fik-
rimle, sen ne oluyorsun, diye kalbimi teskin edebildim.
Üstadım şu zalimlerin İslâmiyet’e karşı tecavüzlerini, ken-
di merciine ve şeriat sahibine şikâyet etti.
Mes’ut
ì®í
Œ
180
œ
[Vezirzade Küçük Mustafa’nın
fıkrasıdır.]
Ey Sevgili Üstadımız, Ey Nurların Mazharı
ve Naşiri!
Cenab-ı Hak, sizi bu memlekete göndermiş, tâ ki dalâ-
lete giden ruhlar, senin neşr ettiğin Nurlarla kurtulsun.
Cenab-ı Hakka gece ve gündüz secde-i şükran etsek, bu
nimetlerin şükrünü ödeyemeyeceğiz.
BARLA LÂHİKASI | 347 |
secde-i şükran:
şükür secdesi,
şükretmek maksadıyla yapılan
secde.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
şükür:
teşekkür.
tecavüz:
saldırma, sınırını aşma.
tefsîr:
Yorum, şerh.
teskin:
sakinleştirme, yatıştırma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
üstad-ı ekrem:
kerem sahibi
üstad.
vech-i mübarek:
müberek yüzü.
vech-i saadet:
saadet yüzü. Pey-
gamberimizin yüzü.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
Zat-ı Risalet:
peygamberlik ma-
kamında bulunan zat.
aksam:
parçalar, bölümler,
kısımlar.
cemaat:
bir imama uyup na-
maz kılan Müslümanlar top-
luluğu.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
derakab:
hemen, derhal, aka-
binde.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
fariğ:
ayrılma bitirme.
gayet:
son derece.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
imam:
namazda kendisine
uyulan, Müslüman cemaate
namaz kıldıran kişi.
kasır:
kısa.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer,
zuhur ettiği, göründüğü yer.
merci:
merkez, kaynak, mü-
racaat edilecek yer.
mesafe:
uzaklık, ara.
müddet:
süre, zaman.
mükâleme:
konuşma.
müncer:
varma, sona erme.
müşahede:
İlahî güzellikleri
ve sırları görme, seyretme.
naşir:
eser, neşreden, yayın-
layan, dağıtan.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
neşir:
yayım, yayın.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
re’ye’l-ayn:
kendi gözüyle
görerek.
Resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (
ASM
).
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.