Barla Lâhikası - page 350

Fahrü’l-Âlemîn, Habib-i Rabbülâlemîn, Seyyidü’l-Mürse-
lîn Sallâllâhü Teâlâ Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretle-
rinin en büyük mu’cizesi olan, tâ kıyam-ı saate kadar hük-
mü ve i’cazı bâkî olacağına iman ettiğim Kur’ân’ın nurla-
rı delâletiyle ve Üstadımın mübarek isimlerini, vesile-i ka-
bul olmak üzere kullanarak iltica edebiliyorum. Hiç müm-
kün müdür ki, bu eşiğe yüzümü sürerken “Yâ Rab, Üsta-
dım Said Nursî Hazretlerinden razı ol, Dareynde murat-
larını hâsıl kıl!” diye yalvarmıyayım? Asla ve kat’a. Bu bir
vazife olmakla beraber, kanaatçe inşallah vesile-i icabe-i
duadır.
Aziz Üstad!
Sadîkınızın zayıf ruhu, bu fânî hayatta
olduğu gibi, bâkî ve sermedî hayatta da inşallah ulvî ru-
hunuzun cenah-ı şefkatinden ayrılmayacaktır, ayrılama-
yacaktır ve ayıramayacaklardır.
Evet gayr-i kabil-i inkârdır ki, bu fânî hayatın dağdağa-
ları arasında, havas ve letaif her zaman müştakı bulun-
dukları münevver ve muhteşem âyineye bakamıyorlar,
fakat o meşgaleden feragat edildiği anda, yine Nur bü-
tün haşmetiyle arz-ı didar ediyor. Bu zamanlarda hiç ay-
rılık hissetmiyorum. Hatta ihtilâf-ı mekânı da, tesirsiz gö-
rüyorum. Yedinci ve Üçüncü Lem’aların bura postaha-
nesine vürudu, ramazanın on birine tesadüf ediyor. Bir
gün postada kalmasına karşılık tutulursa, her bir Lem’a,
bu mübarek ayın başından onuna kadar birer gün almış-
lar ve
(1)
l
án
ªr
Mn
Q o
¬o
ds
hn
G
olan aşr-ı ûlâ-i ramazanda, mahall-i
maksuda vâsıl olmuşlardır. Müftülük ilânına göre tam
arz-ı didar:
yüz gösterme, yüzü-
nün güzelliğini gösterme.
aşr-ı ûlâ-i ramazan:
ramazan
ayının ilk on günü.
âyine:
ayna.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bâkî:
daimi, sonsuz.
cenah-ı şefkat:
şefkat ve merha-
met kanadı.
dâreyn:
her iki dünya, dünya ve
ahiret.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
Fahru’l-Âlemin:
kainatın övünç
kaynağı.
fânî:
ölümlü, geçici.
ferâgat:
vazgeçme.
gayr-ı kabil-i inkâr:
inkârı müm-
kün olmayan.
Habib-i Rabbü’l-Alemin:
Alemle-
rin Rabbinin sevgilisi.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
haşmet:
ihtişam, heybet, büyük-
lük.
havas:
hasseler, duyular.
hüküm:
hakimiyet, hakim olma.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ihtilâf-ı mekân:
bulunulan yerin
farklı olması.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kıyam-ı saat:
kıyamet.
kanaat:
inanma.
kat’a:
hiç bir vakit, asla.
letaif:
manevî duygular.
mahall-i maksut:
ulaşılmak iste-
nen hedef.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul olu-
nan şey.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
münevver:
nurlu, ışıklı, parlak.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nur:
aydınlatma, parıltı; Cenab-ı
Hakkın bütün kainatı isim ve
sıfatlarıyla aydınlatması.
Rab:
Ey Allah’ım!.
Ramazan:
Kamerî ayların do-
kuzuncusu ve üç ayların so-
nuncusu, oruç ayı.
razı:
hoşnut olma, kabul et-
me.
sadık:
sadakatli, dostluğu ve
bağlılığı içten olan.
sallâllahü Teâlâ Aleyhi ve
sellem:
salat ve selâm ona ol-
sun.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
Seyyidü’l-mürselin:
peygam-
berlerin efendisi.
tesadüf:
rastlantı.
tesir:
etki.
ulvî:
yüksek, yüce.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vasıl:
erişme, ulaşma, kavuş-
ma.
vazife:
görev.
vesile-i icabe-i dua:
duanın
kabul vesilesi, duanın kabul
edilme sebebi, duanın kabul
olmasına veya cevap veril-
mesine işaret.
vesile-i kabul:
kabul edilme
sebebi.
vürud:
gelme, ulaşma.
zaif:
zayıf.
1.
Evveli rahmet... (Münzirî, et-Tergip ve’t-Terhib, 2:94-95.)
| 350 | BARLA LÂHİKASI
1...,340,341,342,343,344,345,346,347,348,349 351,352,353,354,355,356,357,358,359,360,...720
Powered by FlippingBook