Üstad-ı Azizim!
Mukaddemen, bu kıymettar eserleri avn-i İlâhî ile vü-
cuda getirdikçe, bu kusurlu talebenizi de, bir muhatap ad-
dederek her eseri irsal ve tenvir buyurmakta idiniz. Fakat
o zamanlar, gayr-i ihtiyârî nurla, zulümat karşısında bu-
lunmaklığım hasebiyle, nurlar ile aramdaki perde açılma-
mıştı. Şimdi o semm-i katil tabirine lâyık muhalif, zıt,
menfi cereyanların zevaliyle, envar-ı bînihaye-i Kur'âni-
yenin elhamdülillâh kapıları açıldı. Salifü'l-arz zulümatın
zebunu bulunduğum sıralarda, münteşir âsârı tekrar oku-
yup yazıyorum.
Risalelerin derece-i kıymetlerini ve bahşettiği feyzi ve
fevzi arz etmek, lisan ve kalemin fersah fersah iktidarının
fevkindedir. Bu mübarek ve kudsî tereşşuhat-ı Kur’âniye
ve lemaat-ı Furkaniyeyi, hakikî bir dellâl-ı Kur’ân olmalı
ki hakkıyla takdir ve sena edebilsin zira bu hayat-ı hakikî-
ye ve sermediye hazinelerindeki müstamel kelimat ve
tabiratın kâffesi sairlerine minküllilvücuh faik ve bâkir
beyanatı havi, kemal-i selâset ve cezalet ve şayan-ı gıpta
ve hayret, dirayeti müştemil ve cami ve cümel ve fıkarat
ism-i bedî ve hakîmin bir cilve-i hassa ve mümtazesidir,
dersem binden bir hakkını bile vermiş olamam.
Hu l âsa :
Bu nurların kâffesi deccallara mahsus ve
müstahzar elmas gülleler ve ehl-i iman için menba-ı en-
var-ı hakaik olan Kur’ân-ı Hakîm’den son asırda nebean
etmiş, binler âb-ı hayat-ı bâkiye hazineleridir.
Sabri
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 315 |
haseb:
dolayı, cihetince, gereğin-
ce.
hâvî:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hayat-ı hakikiye ve sermediye:
sonsuz ahiret hayatı.
hulâsa:
kısaca, sözün kısası.
iktidar:
kabiliyet.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
ism-i Bedi:
Allah’ın güzel isimle-
rinden.
kâffe:
hep, bütün, cümle, tama-
mı.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kemal-i selâset ve cezalet:
akıcı,
güzel ifade.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lemaat-ı Furkaniye:
Kur’ân parıl-
tıları.
menba-ı envar-ı hakaik:
gerçek
nurların kaynağı.
menfi:
olumsuz, müspet olma-
yan.
muhalif:
zıt, karşıt.
muhâtab:
konuyla ilgili sayılan
kimse.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mümtaze:
seçkin.
münteşir:
neşredilmiş, basılmış
ve yayılmış.
müsta’mel:
istimal edilen, kulla-
nılan.
müstahzar:
hazırlanmış, hazır.
müştemil:
şümulüne alan, içine
alan.
nebean:
kaynayarak.
sâir:
diğer, başka, öteki.
Sâlifü’l-arz:
dünyanın ve arzın
evveli veya geçmiş zamanı.
semm-i katl:
öldürücü zehir.
senâ:
methetme, övme.
şayan-ı gıpta ve hayret:
hayret
edilecek gıpta edilmeye lâyık.
tabir:
ifade; deyim.
tabirat:
tabirler, ifadeler, terimler,
deyimler.
takdir:
kıymet verme, ölçme, öl-
çüye vurma, değer biçme.
talep:
istek, dilek.
tenvir:
bir şey hakkında bilgi ver-
me, bir konu hakkında başkaları-
nı aydınlatma.
tereşsuhat-ı Kur’âniye:
Kur’ân-
dan sızıntılar.
üstad-ı aziz:
yüce üstad.
zebun:
bîçare, zavallı.
zeval:
sona erme, bitme, yok ol-
ma.
zulümat:
mec. dinsizlik, zulüm ve
küfür.
âb-ı hayat-ı bâkiye:
tüken-
meyen hayat suyu.
add:
saymak, öyle kabul et-
mek.
arz:
sunma.
asar:
eserler.
avn-i İlâhî:
Allah’ın yardımı.
bakir:
üzerinde çalışılmamış,
araştırma yapılmamış, ince-
lenmemiş.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
cami:
kapsayan.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
cilve-i hassa:
özel cilvesi.
cümel:
cümleler, birden fazla
anlama gelen sözler, kelime
dizileri.
deccal:
kıyamet zamanına
yakın meydana çıkarak fitne
ve fesada sebep olacağı, İslâ-
mî şeairi tahrip edeceği, tarih-
te görülmemiş zulümleri ni-
fakla aldatarak yapacağı ha-
dis-i şeriflerde belirtilmiş ya-
lancı ve zararlı şahıs.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân
eden, tanıtan, hizmet eden.
derece-i kıymet:
kıymet de-
recesi.
dirayet:
zeka, anlayış, incelik-
leri kavrayış.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
envar-ı bînihaye-i Kur’âni-
ye:
Kur’ân’ın sonsuz nurları.
fıkarat:
fasıllar, bölümler, kı-
sımlar.
faik:
üstün, seçkin, ileri, yük-
sek.
fersah fersah:
çok çok, bol
bol, çok fazlaca uzak.
fevk:
üst.
gayr-i ihtiyârî:
istek dışı, ter-
cih harici.