Her an ayaklarının altını öpmek ateşiyle mütehassir ve
nâlân, ahkar-ı mahlûkat
Ahmed Feyzi
ì®í
Œ
160
œ
[Ahmed Hüsrev’in Otuz Birinci Mek-
tubun On Dördüncü Lem’asının İkin-
ci Makamı münasebetiyle yazdığı fık-
radır.]
Sevgili Üstadım Efendim Hazretleri!
Üç-dört gün evvel Cenab-ı Hakkın o mukaddes kelâ-
mından müjdeler çıkararak, aktar-ı âleme saçan coş-
kundenizlerin akıntıları gibi, feyizleriyle bizi mest eden,
afil güneşin her gündüze mahsus sönmez ziyası gibi, ar-
dı arası kesilmeyen nurlarıyla bizi nurlandıran, hiçbir fer-
di şübehatta boğmamak esası üzerine yürüyen, kendisi-
ne has belâgatiyle ukûlü teshir edecek bir kabiliyetle söy-
leyen, samiaları ve basıraları kendisine müteveccih kılan,
o azametli Külliyat-ı Nurdan bir nur daha aldım.
Bu nur, o güzel İslâm nişanı ve o büyük rahmet hazi-
nesinin keşşafı olan
(1)
p
º«/
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º`````r
°ùp
H
’in, binler
esrarından otuz sırra mukabil, altı sırla nurlu şualarını ez-
hanımıza nakşetmiş ve rahmetin bin bir Esma-i İlâhiye-
den gelen şualarıyla, insana had ve hesaba gelmeyen
âfil:
görünmez olan, kaybolan.
ahkar-ı mahlûkat:
canlıların en
acizi en küçüğü.
aktâr-ı âlem:
âlemin her tarafı,
âlemin dört bir yanı.
azamet:
büyüklük.
bâsıra:
göz.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
Esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
evvel:
önce.
ezhan:
zihinler.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
feyiz:
ilim, irfan.
had:
kapasite, sınır, hudut.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kelâm:
Kur’ân-ı Kerîm.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
külliyat-ı Nur:
Risale-i Nur.
medet:
inayet, yardım, imdat.
mest:
keyifle kendinden geçmiş,
sarhoş, esrik.
mukabil:
karşılık.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
mütehassir:
hasret çeken,
özleyen.
müteveccih:
bir cihete dö-
nen, yönelen.
nalân:
inleyen, inleyici, feryat
eden.
niam-ı Sübhanî:
zat, sıfat ve
fiillerinde bütün kusurlardan
münezzeh olan Allah’ın ni-
metleri, ihsanları.
nişan:
iz, belirti, alamet.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nurlu:
aydınlanmış.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, esirgeme, bağışlama,
şefkat gösterme.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara acıyıp bağışla-
ması, onlara maddî ve mane-
vî nimetler vermesi, onların
günahlarını silmesi.
sır:
manevî hakikat ve mari-
fetler.
sâmia:
kulaktaki işitme kuv-
veti, işitme duyusu.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
şübehat:
şüpheler.
teshir:
cezbetme, kendine
bağlama.
ukul:
akıllar, zihinler, uslar.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
1.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. (Fatiha Suresi: 1.)
| 306 | BARLA LÂHİKASI