Barla Lâhikası - page 296

Œ
154
œ
[Hafız Ali’nin fıkrasıdır.]
Sevgili Üstadım!
Bu defa irsaline inayet buyurulan Hikmetü’l-İstiazenin
İkinci Kısmını aldım. Sekizinci işarette isbat edilip göste-
rilen (Hak ve hakikat), dalâlet vadilerinde uçan serseri mu-
dillerin yollarını pek vazıh tenvir ile, onlara hem kendile-
rinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakikatı göstermekle
îcaziyle azîm bir mesele tahayyül buyuruluyor.
Dokuzuncu İşarette ise, bütün ehl-i iman ve bilhassa
Risale-i envar ile hilkat-i insaniyyenin gaye-i hakikîsini an-
lamaya çalışan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu
mesele pek geniş bir daire olarak, Hazret-i Âdemden be-
ri, bütün Peygamberan-ı izam hazeratının ehl-i dalâlete
karşı mağlûbiyeti ve feci hâdiseler çok düşündürüyor. Ve
kalbi zedeliyordu.
(1)
»
u
H n
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g !o
ór
ªn
ër
dn
G.
O geniş
daire öyle tenvir ediliyor ki, içinde Üstad’dan, Fahrü’l-
Mürselîn’den, Hazret-i Âdem’e kadar müşkilât, hak ve
hakikat kılıncıyla fethedilip, akıl ve kalb (sadakte ve bil-
hakkı natakte) diye tasdik ediyorlar.
Onuncu işareti yazarken elimden kalemi bırakarak ha-
zıruna okudum. İçinde temsilin misal değil, hakikat oldu-
ğunu ve böyle bir hakikatı, ism-i Hakîm ve ism-i Nur ve
ism-i Bedîin cilvesiyle görüleceğini derk ettim. Ve hayalen
tatbikine çıktım. Pek doğru bir esas olduğunu anladım.
Cenab-ı Hakka şükrettim.
azîm:
büyük.
bilhassa:
özellikle.
cadde-i hakikat:
gerçek yol.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cilve:
tecelli, görüntü.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
derk:
anlama, kavrama.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, İslâm dinini kabul edenler.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fahrü’l-mürselin:
peygamberle-
rin övünç kaynağı; Hz. Muham-
med (s.a.v).
fecî:
elem, keder ve ıstırap veren,
acıklı.
fetih:
zafer, galebe.
gaye-i hakiki:
gerçek, asıl amaç.
hâdise:
olay.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hayalen:
hayal olarak, hayâlî bir
şekilde, zihinde tasarlayıp canlan-
dırarak.
hazırun:
hâzır olanlar, bulunan-
lar, meydanda, göz önünde olan-
lar, huzurda bulunanlar.
hazerat:
hazretler.
hikmetülistiâze:
Risale-i Nur Kül-
liyatından, “Allah’a sığınmanın
hikmetleri” anlamında bir risale
ismi.
hilkat-i insaniye:
insanın, insan-
lığın yaratılışı.
icaz:
sözü kısa söyleme, kısa fa-
kat yeterli ifade etme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
ism-i Bedi:
eşsiz güzel isim (Es-
maül-hüsnadan)
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi; Cenab-
ı Hakkın hikmetle, faydaları takip
ederek iş gören manasındaki is-
mi.
ism-i Nur:
Allah’ın Nur ismi.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
istikbal:
gelecek zaman.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mesele:
önemli konu.
misal:
örnek.
mudil:
idlâl edici, yoldan çıkaran,
doğru yoldan saptıran.
müşkilât:
müşkiller, güçlük-
ler, zorluklar.
Peygamberan-ı izam:
büyük
peygamberler, peygamberle-
rin büyükleri.
ruhen:
ruh bakımından, ruh
yönünden, ruh olarak.
sadakte:
doğru söyledin, sa-
dıksın. manasında karşıdaki
kişiye söylenen söz.
serseri:
gayesiz, hedefsiz;
öteden beri başıboş olan.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşı
hoşnutluk ve memnunluk ifa-
de etme, teşekkür.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canlandırma, zihin-
de canlandırma, tasavvur et-
me.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
tatbik:
uydurma, uygulama.
temsil:
benzetme, misal ge-
tirme.
tenvir:
bir şey hakkında bilgi
verme, bir konu hakkında
başkalarını aydınlatma.
Üstad:
Bediüzzaman Said
Nursi Hazretlerinin, özel isim
yerine geçen bir sıfatı.
vazıh:
açık, âşikar; kolay an-
laşılır.
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)
| 296 | BARLA LÂHİKASI
1...,286,287,288,289,290,291,292,293,294,295 297,298,299,300,301,302,303,304,305,306,...720
Powered by FlippingBook