âlem-i fânîden âlem-i bekaya göçünceye kadar, nefis ve
şeytanın hücumuna maruz bulunan insan, kalbinin üzeri-
ne asıp beraberinde taşımalı. O iki düşman her zaman
köpük gibi, zahirde bir şeye benzeyip, hakikatte ele avu-
ca girmeyen havaî itirazat-ı muannidâne yaparlar. Onla-
ra karşı en rasin tahassungâh ve en güzel esliha ve bu
uğurda sarf edilecek halis sikkeler bunlardır. Zira vücu-
dumda tecrübe yaptım. Sualleri okuduğum vakit nefsim,
sual cihetine mail bulunuyor. Ve ehemmiyet veriyor. Fa-
kat elhamdülillâh akabinde, tevali eden Kur’ânî elmas mü-
dafaalar, o kabîl emraz-ı nefsaniyeyi çabuk çürütüyor. Ve
kökünden kurutuyor. Şu nuranî ve Kur’ânî hikmetleri, bi-
hakkın takdir hususunda zîruh ve zîşuurun mükemmeli
bulunan nev-i beşerin, bidayet-i vahiyden tâ haşre kadar,
i’caz ve icazına, izhar-ı acz edegeldikleri, davamızın bariz
ve zahir bir delilidir.
Hü l âsa:
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın ahkâm-ı bînazirin-
den olan şu risale-i istiaze-i furkaniyeyi mütalâamda, der-
ya-i hakaikte sermest-i hayran kalarak, kemal-i aşkla de-
dim: Yâ Rab, şu Kitab-ı Mübin’in infaz-ı ahkâmını teshil
ve teysir ve dellâl-ı Kur’ân’ı da, âmâl ve makasıdında mu-
vaffak ve cemî ihvanımla beraber bu kemter kulunu da,
hulûl-i ecelime değin, Kitab-ı Mübin’e hadim buyur, du-
asıyla ariza-i âciziyeye hatime veririm.
Sabri
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 295 |
senin yapamayacağı şeyleri yap-
ma.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
ihvan:
sadık, samimî, candan
dostlar, arkadaşlar.
infaz-ı ahkâm:
hükümlerini yeri-
ne getirmek.
izhar-ı acz:
acizlik göstermek.
kabîl:
tür, gibi.
kemal-i aşk:
aşkın son derecesi;
tam bir aşk, büyük bir aşk.
kemter:
“Ben” anlamında alçak-
gönülllük sözü; eksik noksan.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk, Al-
lah’a nazaran insan; insan, abd.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan:
Açıkla-
malarıyla, akılları “benzerini yap-
mak”tan aciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rim.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
mail:
meyilli, hevesli ve kabiliyet-
li, istekli, düşkün.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müdafaa:
savunma, koruma.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, dikkatli okuma.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
Rab:
“Yarattıklarını besleyen, ye-
tiştiren; verdiği nimetlerle ıslah
ve terbiye eden” anlamında Al-
lah’ın bir ismi.
rasîn:
sağlam, dayanıklı.
risale-i istiaze-i furkaniye:
sığın-
ma kitabı.
sarf:
harcama.
sermest-i hayran:
şaşırarak ken-
dinden geçmiş.
sikke:
madenî para, akçe.
sual:
soru.
tahassungâh:
sığınma yeri, sığı-
nak.
takdir:
bir şeyin değerini, kıyme-
tini, lüzumunu anlama.
teshil:
kolaylaştırma, kolay hale
getirme.
tevali:
arkası kesilmeksizin sür-
me, ard arda gelme, sürüp gitme.
teysir:
kolaylaştırma, kolay hale
getirme.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
bariyle.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ahkâm-ı binazir:
benzersiz
hüküm.
akabinde:
arkası sıra, peşi sı-
ra, peşinden.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, ahiret.
âlem-i fânî:
fânî dünya, gelip
geçici âlem.
ariza-i âciziye:
acizce yazılan
mektup.
bariz:
açık, besbelli.
bidayet-i vahiy:
vahyin baş-
langıcı.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
cemi:
cümle, hep, bütün.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân
eden, tanıtan, hizmet eden.
derya-i hakaik:
hakikat der-
yası.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
emraz-ı nefsaniye:
nefsin
hastalığı.
esliha:
silâhlar.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakikat:
gerçek.
halis:
katışıksız, saf, duru.
haşr:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hatime:
son, nihayet.
havâî:
önemsiz, değersiz.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hizarat-ı muannidâne:
inatla
karşı çıkma.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
i’caz:
mu’cize gösterme, kim-