Her nasılsa bir sene evvel, “Ey Sabri! Belki hubb-i ca-
ha meyledersin; olur ki, o cihette bir arzu uyandırır. Gel
o bedbahtların bulanık havuzcuğuna bir daha dal, çık” de-
nildi. Elhamdülillâh, selâmetle çıktım. Bundan halâsım
nazar-ı fakirânemde pek ehemmiyetli bir kurtuluştur.
Talebeniz
Sabri
ì®í
Œ
148
œ
[Osman Nuri’nin bir fıkrasıdır.]
Kitapların en büyüğüsün, Kelâm-ı Kadim,
Hak kanunların anasısın, Kur’ân-ı Azîm,
Kudsî tarihlerin nur babasısın, Kelâm-ı Kadim,
Sen, dinimizin bekçisisin, Kur’ân-ı Azîm.
Dört İlâhî kitabın anası, yalnız sensin,
İftihar eder seninle, bütün din-i İslâm,
Sensiz yaşamak istiyen kalbler gebersin,
Sen hakikatin ilk ve son güneşisin.
Her varlığın üstünde, sönmeyecek güneşsin,
Bütün gizli ve âşikarın miftahı sensin,
Seni tanımayan ve tâbi olmayan, her yerde
Sahibinin gazabına uğrasın, gebersin...
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
cihet:
yan, yön, taraf.
din-i İslâm:
İslâm dini.
ehemmiyetli:
önemli.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, se-
lamete erme.
hubb-i cah:
makam sevgisi,
rütbe ve mevki sevgisi ve
bunlara karşı gösterilen aşırı
hırs.
İftihar:
övünme.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
Kelâm-ı Kadim:
Kur’ân-ı Ke-
rîm.
kudsî:
mukaddes, yüce.
meyil:
bir tarafa doğru eğil-
me, yönelme.
miftah:
açan alet, anahtar.
nur:
ilim.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
tâbi:
birinin arkasından giden,
ona uyan.
| 286 | BARLA LÂHİKASI