Œ
146
œ
Mektubat’ın Üçüncü Kısmı
[Hüsrev’in bir fıkrasıdır.]
Sevgili Üstadım!
“Mirkatü’s-Sünne ve Tiryak-ı Marazü’l-Bid’a” ismine
hakikaten elyak olan Otuz Birinci Mektubun On Birinci
Lem’asını kardeşlerimle ve dostlarımla defaatle okudum.
Gayet azîm bir tebşirat-ı Peygamberî ile başlayan bu risa-
lenin on bir nüktesinden her bir nüktesi başka bir hüsün
ve başka bir letafette yazılmakla beraber, ittiba-ı sünnetin
maddî ve manevî fevaidi tadat edilirken akıl açılan kapı-
lardan içeriye giriyor. Her kapının içerisinde bulunan ka-
pılar ve pencerelerden bakarak gördüğü hakikatler karşı-
sında hayran oluyor. Gösterdiği deliller ile muterizlerin iti-
razlarına mükemmel ve muntazam cevaplar vermekle
mukabele ediyor. Ehl-i şevke, “Benim gösterdiğim kapı-
lardan girseniz, müşkülâtsız ebedî bir saadete kavuşmuş
olacaksınız” diyerek ittiba-i sünneti, her bir Müslümana,
hayatında düstur ittihaz etmesini tavsiye ediyor. Talebe-
lerine anlayabilecekleri bir tarzda emr-i azîm olan dersini
takrir ederken, “Ben zahirde 15-16 sahifeden ibaret kü-
çük bir risaleyim. Fakat hakikatte neşrettiğim nurla çok
büyük denizleri geçecek bir azamette ve çok büyük yıldız-
ların nurlarını setredecek kudretteyim. Bahtiyar ol kimse-
dir ki, beni hafızasında nakşederek, benimle amil olur”
diyerek beliğ ve çok yüksek ve nihayet derecede lâtif söz-
leriyle bizleri irşat ediyor.
amil:
sebep, etken.
azamet:
büyüklük.
azim:
büyük, yüce.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
beliğ:
belagatla, düzgün ve sa-
natlı olarak meramını anlatan.
defaat:
kereler, defalar, kezler,
yollar.
düstur:
esaslı kaide.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i şevk:
arzulu, istekli, kabili-
yetli, maharetli.
elyak:
daha (en) layık olan.
fevait:
faydalar.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hüsün:
güzellik.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
ittiba-ı sünnet:
Peygamberi-
miz (a.s.m) sünnetine uyma.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel,
nazik, narin.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
muntazam:
düzenli ve düz-
gün bir biçimde.
müşkilât:
müşkiller, güçlük-
ler, zorluklar.
muteriz:
itiraz eden, karşı çı-
kan, itirazcı.
nakş:
ipek, sırma ile işleme.
neşr:
yayım, yayın.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
risale:
konu, bölüm.
saadet:
mutluluk.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
setr:
örtme, kapanma, gizle-
me, setretme.
tadat:
birer birer söyleme,
tek tek zikretme, sayıp dök-
me, sayım.
takrir:
anlatma, anlatış; sözle
ifade.
tarz:
üslûp, eda.
tây-ı hayret:
hayret edilecek
yer veya şey, hayrete değer.
tebşirat-ı Peygamber:
pey-
gamber müjdeleri.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaziyet:
durum.
zahir:
görünüşe göre, görü-
nüş itibariyle.
| 282 | BARLA LÂHİKASI