insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcut
olan letaif ve hasseleri, kendilerine mahsus vezaife sevk
ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası altında ifa-i
ubudiyeti” tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikat-
leri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas ol-
duğu için, salifü’l-arz havatıra çare arıyordum.
Talebelerinin her an ihtiyaçlarını düşünüp çareler ara-
yan, ilâçlar hazırlayan; ihzaratını zahmetsiz olarak talebe-
lerine istimal ettiren; mukabilinde hiçbir şey istemeyerek
minnet ve methin Cenab-ı Hakka yapılmasını emreden
sevgili Üstadım, size evvelden beri “Lokman” nazarıyla
bakmaktayım. Evet, hakikaten bir Lokman’sınız. Lokman
Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risaleler ile mu-
alece uzatıyorsunuz. Bedî’ olan Cenab-ı Hakkın, bedayii
içinde, kemaliyle her cihette derece-i nihayeye vâsıl olan
bedî’ kelâmından, bedî’ bir kulu ile ihsan ettiği bu bedayii
methedebilmek, intak-ı bilhak olmadıkça elbette imkân-
sızdır. Beşer bu vadide ne kadar söz söylese yine azdır.
Sevgili Üstadım!
Herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem
kadar dersimi alıyorum. Hâlbuki, evvelce bu risaleleri
tamamen yazdığım için, okumaya pek az vakit bulabili-
yordum ve el’an da öyleyim. Evvelce okuduğum zaman-
lar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikat-
lerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüt ediyor, kalbim
nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, leta-
ifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyâb oluyor.
bedayi:
eşi benzeri olmayan gü-
zellikler, mükemmel ve yeni şey-
ler.
bedî:
eşi ve benzeri olmayan, eş-
siz güzel; yeni, garip, eşsiz.
beşer:
insanlık.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cihet:
yan, yön, taraf.
derece-i nihaye:
mertebede so-
na ulaşma derecesi.
düstur:
esaslı kaide.
elan:
şimdi, şimdiki hâlde; henüz,
hâlâ, daha, bu ana kadar, şu an-
da.
evvelce:
daha evvel, daha önce.
feyizyap:
feyiz bulan, feyiz bulu-
cu.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hâsse:
duygu.
havâtır:
düşünceler.
hisse:
pay, nasip, kısmet.
ifa-i ubudiyet:
kulluğun yerine
getirilmesi.
ihsan:
iyilik etme, güzel davran-
ma, bağışlama, ikram etme, lütuf,
bağış, yardım.
ihzarat:
hazırlıklar, hazırlanmalar.
imkân:
olabilecek hâlde bulun-
ma, mümkün olma, olabilirlik.
intak-ı bilhak:
Hakkın söyletme-
si, Cenab-ı Hakkın konuşturması.
istifade:
anlayıp öğrenme, bilgisi-
ni genişletme.
istimâl:
kullanma.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kalbî:
içten, gönülden, yürekten,
samimî.
kelâm:
Kur’ân-ı Kerîm.
kemal:
olgunluk, yetkinlik,
tamlık; kusursuz, tam ve ek-
siksiz olma; erginlik, mükem-
mellik.
letaif:
manevî duygular.
mahsus:
bilhassa, müstakil,
hususî olarak.
medih:
övmek.
minnet:
iyiliğe karşı duyulan
şükür hissi.
mualece:
ilâç, ilâç yapma, ilâç
kullanma.
mukabil:
karşı, karşılık, muâ-
dil.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sır:
manevî hakikat ve mari-
fetler.
salifü’l-arz:
dünyanın geçmi-
şi, geçmiş zaman.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk
ve minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
talebe:
öğrenci.
tezayüt:
artma, çoğalma, zi-
yadeleşme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vasıl:
erişen, ulaşan, kavuşan,
yetişen.
vezaif:
vazifeler, işler.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
| 290 | BARLA LÂHİKASI