Fakat çok acıklı haberden o kadar müteessir oldum ki, o
zaman anladım, ruhumdaki sıkıntı bu imiş.
(HAŞİYE)
Lütfi
ì
®
í
BARLA LÂHİKASI | 281 |
suikast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak kur-
ma.
tabir:
yorum, yorumlama.
tahfif:
hafifletme, yükünü azalt-
ma.
tevafukat:
uygunluk.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
vuku:
olma, meydana gelme, or-
taya çıkma, oluş.: sebep, etken.
hassasiyet:
ihtimamlılık, dik-
katlilik.
isticvap:
sorguya çekme, ifa-
desini alma.
iştirak:
katılma.
kemal-i sadâkat:
sadakatın
son derecesi, tam bağlılık, ku-
sursuz sadakat.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen
söz, fikir.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
letafet:
latiflik, hoşluk, ince-
lik.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mezkûr:
zikredilen, adı ge-
çen, anılan.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyrederek anlama, sey-
retme.
müstakim:
doğru.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
müttehid:
birleşen, birlik
olan.
nam:
ad, isim.
nutuk:
söz, konuşma, hitap.
sadakat:
bağlılık.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir ce-
maatteb meydana gelen ma-
nevî şahıs.
selim:
temiz, samimî.
1.
Bu Rabbimin fazlındandır. (Neml Suresi: 40.)
HAŞİYE:
Garip ve lâtif tevafukattır ki, Isparta’da Cumartesi gecesinde
başıma gelen gayet sıkıntılı bir hâdiseyi sekiz sene kemal-i sadâkatle,
hiç gücendirmeden bana hizmet eden Sıddık Süleyman aynı zamanda
benim gibi aynı sıkıntı çektiğinden ve sebebini de bilmediğinden Ispar-
ta’ya pazardan evvel geldi. Sıkıntısının manevî sebebini de anladı. Sü-
leyman’ın ne kadar selim bir kalbi bulunduğu malûmdur. Hem aynı ge-
cede, has talebelerin içinde letafet-i kalbiyle mümtaz Küçük Lütfi, bu
fıkrada mezkûr rüyayı ve sıkıntıyı görüp aynı sıkıntıma iştirak ve az bir
tabir ile aynı vaziyetimi müşahede ediyor.
Elhâsıl:
Süleyman’ın selim kalbi, Lütfi’nin ruhu imdadıma koşmak
istemişler. Demek ki, Risale-i Nur’un Şakirtlerinin ruhları birbirleriyle
alâkadardır. Cesetleri müteadittir; ruhları müttehit hükmündedir.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g
Süleyman Rüştü namındaki kardeşimiz, bu hâdise gecesinden evvel
–sabahleyin– bana ve Bekir Beye dedi ki: “Ben bu gece bir rüya gör-
düm. Bu rüyada siz Üstadımı valinin makamında vali olarak gördüm.
Etrafınızda hükûmet adamları bulunuyordu. Elinizde bulunan küçük bir
kâğıda not yapmışsınız, nutuk söyleyecekmişsiniz. Sonra bir daha gör-
düm ki; Üstadım siz, Bekir Bey ve Hüsrev bir paytona binmişsiniz, hü-
kûmetten eve geliyordunuz” dedi. O sabahın akşamı hükûmet dairesin-
de aynı hâl vuku bulmuş, paytonda aynı adamlar bulunup, selâmetle
eve dönmüşlerdir. İsticvap makamında söylenen sözler tam yerinde ol-
duğu için, nutuk suretinde ona görünmüş. Hem Hafız Ali –aynı gece-
de– bana olan hücumu ve suikastı kendine karşı görmüş.
Sabahleyin kasketinin siperliğini dikmiş, tâ hücumdan kurtulsun.
Elhâsıl:
Risale-i Nur’un Şakirtlerinin şahs-ı manevisî kerametkârâne
bir hassasiyet gösteriyor ki; Hafız Ali, ulvî sadâkatiyle; birinci Süleym-
an, selim kalbiyle; ikinci Süleyman Rüştü, müstakim aklıyla; Küçük Lüt-
fi, lâtif nuruyla Üstadlarının imdadına manen koşmuşlar, sıkıntısına işti-
rak ile tahfifine çalışmışlar.
Said