Her tarafını anlayabilmek imkânı olmamakla beraber
–bu kısımda– arzın yedi iklimi ve birbirine muttasıl yedi ta-
bakası ve bu tabakalardaki nuranî mahlûkatın mürur-i ubû-
runa hiç bir şeyin mâni olmaması hâlâtı; ve elektrik ve zi-
ya, harareti nakil ve kâinatı baştan başa istilâ eden mad-
de-i esîriyeden başlayarak semavatın yedi tabakasının ka-
bul edilmesine hiçbir mâni olamayacağı fennen, aklen ve
hikmeten muhtelif delâil ile ispat edilmesi ve en sonunda
semavatın yedi tabaka ve arzın yedi kat olduğu hakkında
Kur’ân-ı Hakîm’in ifadatının tasdik edilişi, akıl ve kalb şü-
behata atlayacak yol bulamaması, risalelerin büyüklükle-
rine has bir keramet-i kübra olduğunu gösteriyor. Böyle
azîm hakikat-i Kur’âniyeyi göremeyen feylesofların ve
kozmoğrafyacıların kulakları çınlasın!
Evet Sevgili Kıymettar Üstadım!
Bu nurlu misilsiz eserler, insanın şübehatını izale etti-
ğine ve şüpheleri davet edecek karanlık bir nokta bırak-
madığına kat’i bir kanaatle iman ettiğim gibi, temas etti-
ğim kardeşlerimden ve mütalâasında bulunan zevattan
kanaatımın umumen tasdik edildiğini işittiğim anlar, her
tarafımı meserret kapladığını hissediyorum.
Ey Sevgili Üstadım!
Her hususta size yapılacak dua
için kelimat bulamıyorum. Zat-ı Zülcemal, bu kadar gü-
zelliklere, hazine-i rahmetinden binler güzellikleri size ih-
san etmekle mukabele buyursun. Âmin.
Ahmed Hüsrev
ì®í
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
arz:
yer, dünya.
azim:
büyük, yüce.
delâil:
deliller, bürhanlar, ispat
vasıtaları.
fennen:
fence, fenne uygun ola-
rak, fen vasıtası ile.
feylesof:
sapık fikirli, felsefe ile
uğraşan.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikatı, Kur’ân’ın ifade ettiği ger-
çek.
halat:
haller, durumlar, vaziyet-
ler.
hararet:
sıcaklık, sıcak, ateş.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
hikmeten:
hikmetçe, hikmet ba-
kımından.
husus:
mevzu, konu.
ifadat:
ifadeler.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
iman:
inanma, itikat.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
istilâ:
kaplama, yayılma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kelimat:
kelimeler, sözler.
keramet-i kübra:
en büyük ke-
ramet.
kozmoğrafya:
astronominin,
matematik ve fiziğin yalnız
temel kavramlarından yarar-
lanarak en belli başlı olayları
ele alan dalı.
Kur’ân-ı Hakîm:
Herşeyi ile
hikmetli Kur’ân.
madde-i esîriye:
esir madde-
si.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah
tarafından yaratılanlar.
mâni:
engel.
meserret:
sevinç, şenlik.
misil:
benzer, eş, kat.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukabele:
karşılık verme.
muttasıl:
bitişik.
mürur-i ubûr:
geçmiş, bitmiş,
nihayete ermiş.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
nokta:
husus.
nuranî:
nurdan yaratılan gö-
rülmeyen.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
risale:
kitap, eser.
semavat:
semalar, gökler.
şübehat:
şüpheler.
tabaka:
kat, katman.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
temas:
ilişkide bulunma, irti-
bat hâlinde olma.
umumen:
umumî olarak, bü-
tün olarak.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
Zat-ı Zülcemal:
cemâl, lütuf,
rahmet ve güzellik sahibi Al-
lah.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimse-
ler.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
| 284 | BARLA LÂHİKASI