İşte o kılıçla, hiç havfsız, başlarını sarhoşlukla o batak-
lığa sokan dinsizlerin kafalarına vurarak atla. Ondan son-
ra,
(1)
n
är
ôp
eo
G BÉn
ªn
c r
ºp
?n
à°r
SÉn
a
gibi kat’î delilleri Peygamberimiz
Sallâllâhü Teâlâ Aleyhi Vesellem Efendimizden mütesel-
silen, bütün Risale-i Nurun müellifi Üstadımız Said Nur-
sî’nin yetiştiği ve serbest gezdiği “Şeriat-ı Garra-i Muham-
mediye
(
ASM
)
” olan hatt-ı müstakimi, bari bir parça da sen
takip et ki, başın felâh bulsun.
Şu geçen Cuma günü ruhumda bir sıkıntı devam ede-
rek, Üstadım için
(2)
?
sırrını istinsah ediyor-
dum. Maalesef, emraz-ı asabiyemin hadsiz istilâsı, o mü-
him risaleyi pek anî olarak akim bıraktırdı. Tekrar yine
başladım, bir parça yazdım; baktım ki, yine satır geçmi-
şim, evvelki yazdığım yere mürekkep dökülmüş. Kendim-
de o sıkıntı hâlâ duruyor. Tekrar olarak abdest üstüne ab-
dest aldım; bütün seyyiatımı itiraf ederek ortaya döktüm,
istiğfar ettim. Mübarek dua olan salâvat-ı şerifeye başla-
dım. Sonra kalbime geldi ki, “Üstadımdan himmet iste-
yeyim; Üstadımın üstadına dediği gibi, ben de derim ve
dedim.
O hâl, o vaziyet el’an devam ediyordu. Hatta intihar de-
recesine kadar gelmişti. Dedim: “Aman yâ Rabbi! Bunda-
ki hikmet nedir?” Ve o risaleyi ertesi güne talik ettim.
O akşam, yani Cumartesi gecesi, âlem-i menamda, Üs-
tadım Atabey’in Zergendere Mescidinde imiş. Sabah na-
mazına gidiyormuşum. Tesadüfî bir karakol kumandanı ba-
na dedi ki: “Nereye gidiyorsun?” “Camiye” dedim.
BARLA LÂHİKASI | 279 |
istinsah:
nüshasını yazma, örne-
ğini çıkarma, kopya etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müteselsilen:
birbirinin peşi sıra,
zincirleme olarak.
risale:
konu, bölüm.
salâvat-ı şerife:
Hz. Muhammed
(
ASM
) için yapılan dualar.
şeriat-ı garra-i Muhammediye:
Hz. Muhammed’in (
ASM
) getirmiş
olduğu parlak ve nurlu şeriat.
seyyiat:
suçlar, günahlar.
talik:
belli bir zamana bırakma.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vaziyet:
durum.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
âlem-i menam:
uyku âlemi,
rüya âlemi.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
elan:
şimdi, şimdiki hâlde; he-
nüz, hâlâ, daha, bu ana kadar,
şu anda.
emraz-ı asabiye:
sinir hasta-
lıkları.
felâh:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlâ:
şimdi, henüz, şimdiye
kadar, el-ân.
hatt-ı müstakim:
doğru yol,
doğruluk üzere olan şey.
havf:
korku, korkma.
hikmet:
İlahî gaye, gizli se-
bep.
himmet:
manevî yardım, er-
miş bir kimsenin manevî yar-
dımı ile birisini koruması, yar-
dım etmesi.
intihar:
bir kimsenin çeşitli
sebeplerin etkisi ile kendini
öldürmesi.
istiğfar:
tevbe etme, Al-
lah’tan günahlarının bağışlan-
masını isteme.
istilâ:
kaplama, yayılma.
1.
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. (Hûd Suresi: 112.)
2.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım. (Fatiha Suresi: 1.)