Œ
147
œ
[Sabri Efendi’nin bir fıkrasıdır.]
Eyyühe’l-Üstad!
Kelâmullahi’l-Azizi’l-Mennan olan Hazret-i Kur’ân, şe-
air-i İslâmiyenin hadimlerini cenah-ı himaye ve re’fetine
alarak –bu defaki hâdise-i elimede– bir seneden beri mül-
hitlerin çevirdikleri plânlarını akim bırakıp, zahiren üç kar-
deşimizi beraat ve manen milyonlar mü’min muvahhidî-
nin zümresine nişane-i beraatini bahş ve mülhitlere ebe-
diyet ve ezeliyetini izhar ile kendini müdafaa ve hadimle-
rinin muhafaza ve himaye ettiğini ve edeceğini göster-
mekle, Kur’ân hadimlerinin kulûbu behcet ve sürura müs-
tağrak olarak, ilerlemek istedikleri halisâne emel ve ga-
yelerinde adımlarını daha ziyade uzatmaya ve dairelerini
daha ziyade tevsi’e başlamışlardır.
(1)
»
u
`Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g !o
ór
ªn
ër
dn
G
Aziz Üstadım!
Cenab-ı Kibriyanın mahzâ bir lütuf
ve nihayetsiz bir kerem ve ihsanı olarak Nurlar Külliyatı,
bu abd-i pürkusur gibi nice gafillere ihsan buyurularak,
sürekli yağmurların arz üzerinde tathirat yaptığı gibi;
nurlar mahallesinde şu asr-ı dalâlet ve devr-i bid’atta çir-
kâb-ı hayat-ı maddiye bataklığına batan bu âciz kula,
“Zararın neresinden dönsen kârdır” ders-i ikazını vere-
rek, hamden sümme hamden, zulümat vadisinden çıka-
rarak şahika-i Nura yetiştirmişti.
BARLA LÂHİKASI | 285 |
zamanı birden içine alıp, zamanla
sınırlı olmamak.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gafil:
olanın bitenin farkında ol-
mayan.
hadie-i elime:
üzüntü verici olay.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
halisâne:
temiz kalblilikle, safi-
yetle.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bil-
dirme.
himaye:
koruma, muhafaza et-
me.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
Kelâmullahi’l-Azizi’l-mennan:
ihsanı, nimeti bol vere yüce Al-
lah’ın kelâmı; Kur’ân.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
bağış.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk, Al-
lah’a nazaran insan; insan, abd.
kulûb:
kalbler, gönüller.
Külliyat:
bir yazarın basılmış
eserlerinin tamamı.
lütuf:
ikram ve yardımda bulun-
ma.
mahzâ:
saf, halis, katıksız; sırf, ta
kendisi.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
muhafaza:
koruma.
muvahhit:
tevhit eden, Cenab-ı
Hakkın varlığına ve birliğine ina-
nan, Allah’ı birleyen.
mü’min:
iman eden, inanan.
müdafaa:
savunma, koruma.
mülhit:
İslam dininden ayrılan,
Allah’ı inkar eden, dinsiz, imansız.
müstağrak:
gark olmuş, dalmış,
batmış, içine girmiş.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nişane-i beraat:
kurtuluş işareti.
pürkusur:
çok kusurlu.
sümme:
tekrar ve tekrar.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şahika-i Nur:
nurun zirvesi, doru-
ğu.
şeair-i İslâmiye:
İslâma ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve
ibadetler.
tathirat:
temizlemeler, temizlik-
ler.
tevsi:
genişletme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vadi:
saha.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
bariyle.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
zümre:
cemaat, topluluk.
abd-i pürkusur:
tam kusurlu
kul.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez, güçsüz.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
arz:
yer, dünya.
asr-ı dalâlet:
sapıklık asrı,
sapkınlık asrı.
aziz:
değerli.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
behçet:
sevinç, güler yüzlü-
lük.
berâet:
temize çıkma, suçsuz
olduğu anlaşılma.
Cenab-ı Kibriya:
Yüce Rab,
azamet ve kudreti sonsuz, şe-
ref ve azamet sahibi olan Ce-
nab-ı Allah.
cenah-ı himaye:
koruma yö-
nü, himaye tarafı.
çirkâb-ı hayat-ı maddiye:
maddî hayattaki çirkinlikler,
pislikler.
ders-i ikaz:
ikaz dersi, uyar-
ma işareti.
devr-i bid’at:
bid’alar (dinin
aslından olmayıp sonradan
icat edilen âdetler) zamanı.
ebediyet:
sonsuzluk.
emel:
amaç, arzu, istek.
eyyühe’l-üstad:
ey üstad.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)