tarifini ve gerekse kendi şevkiyle daire-i muhitinde bulu-
nanları tarif edemediği gibi; fakir, aynı hâl kesb ettim.
E
VVELÂ
:
Bu risale, diğer devhide dair büyük risalelerin
bir büyük kardeşi olabilir. Zira, nasıl ki öbür kütle-i Nur,
Cenab-ı Hakkın âlem-i kebirde cilve-i Cemal ve Kemal ve
Esma-i Hüsnasını pek zahir bir tarzda âmâ olanlara da
gösterdiler. Aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve
Esma-i Hüsnaya âyine olan ve hilkat-i dünyanın ruhu me-
sabesindeki beşerin, kemal ve sukutuna, ebediyet ve ade-
mine sebep olan en büyük vesile ve desiseleri pek yaki-
nen keşfedip gösteriyorlar.
S
ANİYEN
:
Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle gel-
di ki: Nasıl ki “Hüdhüd-i Süleymanî, zeminin suyu meç-
hul olan yerlerinde, hafriyatsız, suyu bulmaya vesile idi”
diyorlar; aynen bu risale, Hüdhüd-i Süleymanî tarzında,
âlem-i asgar olan insanın ezdatlardan müteşekkil cism-i
vücudunda, “nur-i iman yatağı” olan kalbi, biaynihî gös-
teriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis
eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi, binde bir haki-
katini ancak görebildiğimi anladığım bu eser-i âlî, bütün
ehl-i iman ve zîşuura, menba-ı hakikîsi olan Kur’ân-ı Ha-
kîm gibi, nurları ile âb-ı hayatı serpiyor.
Hafız Ali (rh)
ì®í
âb-ı hayat:
hayat suyu.
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem-i asgar:
en küçük âlem; in-
san.
âlem-i kebir:
büyük âlem, kâinat.
âmâ:
kör, körlük.
âyine:
ayna.
beşer:
insan, insanlık.
biaynihî:
aynıyla, olduğu gibi, tıp-
kı.
cilve-i Cemal ve kemal:
mükem-
mel güzellik görüntüsü.
cism-i vücut:
varlığın cismi, vücu-
dun maddesi.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
daire-i muhita:
her şeyi kuşatan
daire, gökyüzü.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ebediyet:
sonsuzluk.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
evvelâ:
öncelikle.
ezdat:
zıtlar, tezatlar.
hakikat:
asıl, esas.
hâl:
durum, vaziyet.
hilkat-i dünya:
dünyanın ya-
ratılışı.
Hüdhüd-i Süleymanî:
Süley-
man (as)nın Hüdhüd isimli ku-
şu.
kesb:
kazanma.
keşif:
açma, meydana çıkar-
ma.
kimyager:
tahlil işleri ile uğ-
raşan uzman.
kütle-i nur:
Risale-i Nur.
meçhul:
bilinmeyen, hakkın-
da bilgi olmayan.
menba-ı hakikî:
hakikatin,
doğrunun, gerçeğin kaynağı.
mesabe:
derece, kadar.
müteşekkil:
meydana gel-
miş, kurulmuş.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalb ve fi-
kir aydınlığı.
parça-i nur:
Risale-i Nur’dan
bir parça.
risale:
konu, bölüm.
saniyen:
ikinci olarak.
sükût:
düşme, düşüş; sus-
kunluk.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tarz:
biçim, şekil.
teşhis:
tanıma, fark etme, ne
olduğunu anlama.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
vesile:
bahane, sebep.
yakînen:
yakîn olarak, şüp-
heye düşmeden bilme.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zemin:
yeryüzü.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
| 288 | BARLA LÂHİKASI