ihsan buyurdu. Eğer bizler, bu ameliyatı görmeseydik ve
bu nurlu ve zevkli, şevkli ihrama girmeseydik, hubb-i cah
yüzünden acaba hangi bid’attan geri duracaktık.
İşte lâyüad velâ yuhsa nurların bîpayan füyuzatı, züm-
re-i muvahhidini medyun-i şükran bırakmıştır.
(1)
»
u
Hn
Q p
?r
°†n
a r
øp
e Gn
ò'
g!o
ór
ªn
ër
dn
G
Hemen Cenab-ı Hak cümle Ümmet-i Muhammed’i
(aleyhissalâtü vesselâm) envar-ı Kur’âniyeden müstefit ve
hakikî muvahhidîn sınıfına ilhak ve şimdiye kadar gaflet-
le geçirdiğimiz zamanlardan, defter-i a’malimize yazılan
seyyiatımızı, rahmetiyle afv buyursun... âmin.
Hulûsî-i Sâni Sabri
ì®í
Œ
152
œ
[Zekâi’nin bir fıkrasıdır.]
Üstadım!
Bir meydan-ı mücadele ve imtihan olan şu dünyanın
her köşesinde beşere ders-i ibret olacak bir hâdise, bir nu-
mune eksik değil.. Her yerde muhtelifü’l-mizaç insanlar-
da ayrı ayrı temayülât-ı kalbiye bulunuyor. Hâdisat-ı dün-
yeviye içinde, en elîm olan şeyin, meslek-i uhreviye ve di-
niye perdesi altında vahşet ve hayvaniyet ruhlarıyla kar-
şılaşmak olduğunu tecrübelerim ve müşahedelerim bana
öğretiyor.
BARLA LÂHİKASI | 293 |
arzularına dalmak.
hâdisat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan olaylar.
hâdise:
olay.
hakikî:
gerçek.
hayvaniyet:
hayvanlık.
hubb-i cah:
makam sevgisi, rüt-
be ve mevki sevgisi ve bunlara
karşı gösterilen aşırı hırs.
ihram:
diğer zamanlarda yasak
olmayan bazı şeyleri geçici olarak
kendine haram kılma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ilhak:
ilâve etme, ekleme, katma.
medyun-ı şükran:
şükran, teşek-
kür borçlu.
meydan-ı imtihan:
imtihan mey-
danı, dünya.
muvahhidîn:
muvahhitler, tevhit
edenler, Allah’ın varlığına ve birli-
ğine inananlar.
müstefit:
istifade eden, faydala-
nan, kazanan.
müşahede:
gözlem.
nurlu:
aydınlanmış.
nümune:
örnek.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi, onların günahlarını sil-
mesi.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
tecrübe:
deneyim, sınama, sınav,
imtihan.
Ümmet-i Muhammed:
Hz. Mu-
hammed’in ümmeti; Hz. Muham-
med’e (
ASM
) bağlı olan ve yolun-
dan gidenler.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vahşet:
yabanî ve vahşi olan şey,
medeniyetin zıddı.
zümre-i muvahhidîn:
Allah’ın
birliğine inananların oluşturduğu
topluluk.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selam onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
ameliyat:
operasyon.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
beşer:
insan, insanlık.
bid’at:
aslında olmayıp, son-
radan meydana çıkan, sonra-
dan türeyen şey.
bîpayan:
sonsuz, tükenmez.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kay-
dedildiği defter; amellerin
defteri.
ders-i ibret:
ibret dersi, göz
ve fikir açacak hâdise.
elîm:
çok dert ve keder ve-
ren, çok acı verici, acıklı.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân
nurları, Kur’ân parıltıları,
ışıkları.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
füyuzat:
feyizler, manevî bol-
luk ve bereketler, inayetler.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)