Ve yine Cenab-ı Haktan ümit ediyorum ki, hisse ve isti-
fadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır.
Bu hâdisat gösteriyor ki, bedî’ âsârın büyük bir hasiye-
ti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor
ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor.
Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı tak-
viye ediyor. Lika-i İlâhîyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da,
“Yâ Rab! Sen Üstadımızdan hoşnut olacağı tarzda razı
ol!” nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g»/
bÉn
Ñr
dn
G
Talebeniz
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
151
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Eyyühe’l-Üstad!
Eyyam-ı baharın her bir gününün, birer letafet ve tera-
vet-i bîmisali ve acip tebeddülü; Fâtır-ı Akdes Hazretleri-
nin nihayetsiz kudret ve azametini irae eylediği gibi,
derya-i Nurun da bînazir ve hayretbahş bir baharı;
Minhaclar, Mirkatler, İstiazeler ve emsali lâtif, şirin, nu-
ranî ezhar ve esmar-ı bînihayeleri, ehl-i iman ve tevhide
taze hayat bahşediyorlar. Bu Nurlar öyle manevî gıdalar
ki, herkesi, her an doyurmaya kâfi ve bu elmaslar öyle
BARLA LÂHİKASI | 291 |
hayretbahş:
hayret veren, şaşır-
tan.
hisse:
pay, nasip, kısmet.
hoşnut:
Memnun, razı, gönlü hoş
edilmiş.
irae:
göz önüne koyma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sağlama.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kâfî:
yeter, elverir.
kalben:
kalb ile, kalbden; içten ve
samimî olarak.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
lâtif:
yumuşak, tatlı, narin; cisma-
nî olmayan, ruhanî.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
lika-i ilâhî:
Allah’a kavuşma.
lisanen:
sözle, şifahen, ağızdan
konuşarak.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
minhac:
meslek, yol, açık geniş
yol.
mirkat:
merdiven, basamak, de-
rece, yükselip çıkılacak derece.
nasip:
hisse, pay, kısmet.
nida:
bağırma, çağırma, seslen-
me.
nihayet:
son.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
Rab:
“Yarattıklarını besleyen, ye-
tiştiren; verdiği nimetlerle ıslah
ve terbiye eden” anlamında Al-
lah’ın bir ismi.
razı:
rıza gösteren, kabul eden,
boyun eğen, muvafakat eden,
hoşnut olan.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik etme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tebeddül:
başkalaşma, değişme,
başka hale getirme, başka şekil
alma.
teravet-i bimisal:
eşsiz canlılık,
tazelik, gençlik.
teselli:
avunma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
acip:
tuhaf, hayret veren,
hayrette bırakan, şaşılacak
şey.
asar:
eserler.
azamet:
büyüklük, ululuk,
yücelik.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bedî:
eşi ve benzeri olmayan,
eşsiz güzel; yeni, garip, eşsiz.
bînazir:
benzeri olmayan, eş-
siz, benzersiz, nazirsiz.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
derya-i nur:
nur denizi.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i tevhid:
tevhit ehli, Ce-
nab-ı Hakkın birliğini bilip ina-
nan ve sadece bir Allah’a
bağlanıp ibadet eden kimse.
emsal:
örnekler, benzerler.
esmar-ı bînihaye:
Tükenme-
yen meyveler.
eyyam-ı bahar:
bahar günü.
eyyühe’l-üstad:
ey üstad.
ezhar:
çiçekler.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
Fâtır-ı Akdes:
mukaddes, ku-
sursuz yaratıcı; noksan sıfat-
lardan berî olan yaratıcı; Allah
(c.c.).
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
1.
Gerçek bâkî olan ancak Allah’tır.