Barla Lâhikası - page 289

Œ
150
œ
[Ahmed Hüsrev’in bir fıkrasıdır.]
Üstadım Efendim!
Bir hafta evvel “Hikmetü’l-İstiaze” isimli risalenin bir
kısmını ve birkaç gün evvel de diğer kısmı ile On Dördün-
cü Lem’anın Birinci Makamını aldım. “Hikmetü’l-İsti-
aze”nin Birinci Kısmını müteaddit defalar kardeşlerimle
okudum. Dedim:
Ey Sevgili Üstadım!
Bu kıymettar risale ile mücahit
talebelerinize öyle bir ilâç takdim ediyorsunuz ki, bu ilâç-
larla manevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi
ediyorsunuz ki, o pek müthiş yaralarımız bir anda iltiyam
buluyor, ızdıraplarımız o anda zail oluyor; kalblerimiz se-
râpâ sürur ile doluyor. Rabb-i Kerîm’imize karşı taşımak-
ta olduğumuz muhabbetimiz tezayüt ediyor. Ve Hâlik-ı
Rahîm’e karşı olan adabımıza bile halel gelmeyeceğini
okudukça, vazifedeki şevk ve gayretimiz artıyor.
Evet Aziz Üstadım!
Ekser zamanlar ins ve cin şey-
tanlarının hücumlarından ve terbiye edemediğim asi nef-
simden gelen bir takım havatır-ı şeytanîyeden kurtulmak
için, pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu
gibi hâletten kurtulmak için inziva ararken, Nakşî kahra-
manlarının “Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i
terk” diye olan esasatı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze
cevap veren aziz Üstadımın beyanatı arasında, “İnsan bir
kalbden ibaret olsa idi bu söz doğru olabilirdi. Hâlbuki
BARLA LÂHİKASI | 289 |
risale:
kitap.
serapa:
tamamen, bütünüyle.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
takdim:
arz etme, sunma.
talebe:
öğrenci.
terbiye:
yetiştirme, kabiliyetlerini
geliştirme.
terk-i dünya:
dünyayı terk etme,
dünya ile ilgilenmeme, dünyadan
vaz geçip bir köşeye çekilme.
terk-i hestî:
varlığı, vücudu terk
etme.
terk-i terk:
terkin terki; bırakma-
yı, terk etmeyi bırakmak, terk et-
mek.
terk-i ukba:
ahiretteki mükâfat-
ları terk etme, onları düşünme-
me.
tezayüt:
artma, çoğalma, ziyade-
leşme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vazife:
dinî mükellefiyet, yüküm-
lülük.
zail:
sone eren, yok olan.
ıstırap:
üzüntü veren bir du-
rumun meydana getirdiği
kuvvetli acı, aşırı elem, azap,
sıkıntı.
adap:
terbiyeler.
âsi:
isyan eden, başkaldıran.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
dimağ:
akıl, şuur.
ekser:
pek çok.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
halel:
bozukluk, eksiklik.
hâlet:
hal, durum.
Hâlik-ı Rahim:
rahmet sahibi
yaratan.
havâtır-ı şeytâni:
şeytanın
telkin ettiği düşünceler.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
iltiyam:
yaranın kapanıp iyi
olması.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
inziva:
bir köşeye çekilme,
tek başına yaşama, dünya iş-
lerinden vaz geçme, dünya-
dan el-etek çekme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mücahit:
mücahede eden,
nefsine karşı savaşan.
müteaddit:
çok, bir çok.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
Nakşî:
Hz. Şah-ı Nakşibend’in
kurduğu tarikat ve bu tarika-
ta mensup olan.
nefs:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
Rabb-i Kerîm:
ikram ve ihsa-
nı bol olan ve her şeyi terbiye
eden Allah.
1...,279,280,281,282,283,284,285,286,287,288 290,291,292,293,294,295,296,297,298,299,...720
Powered by FlippingBook