kıymettar birer rida’lardır ki herkesi, her zaman ısıtmaya
vâfidir.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g!o
ór
ªn
ër
dn
G
Aziz BüyükÜstadım!
Bu risaleleri okudukça ruhum
güller gibi açılıyor, hayat-ı fâniyeden gelen âlâm ve me-
şakkati, kaldırıp atıyor. Yerine, kanaat gibi bir kenz-i
mahfiyi iddihar ediyor. Ve diyorum: “Ey ruh! Şimdiye ka-
dar manevî talep ve arzularını temin eden nur fabrikası-
nın elmas ve cevherlerinden her birerlerinin ayrı ayrı kıy-
met ve zerafetlerini görünce, bundan daha kıymettar bir
eser olamaz deyip, sen hâlen, ben kalen hükmediyorduk.
Envar-ı Kur’âniye ve reşahat-ı Furkaniye ve lemaat-ı be-
kaîyenin işte nihayeti yokmuş. Elhamdülillâh, Hakaik-ı
Kur’âniyeden yevmen-feyevmen nasibedâr oluyoruz ve
olacağız, inşaallah. Hemen Cenab-ı Kibriya, şu enhar-ı
kevseri hayat-ı bâkiye harmanı olan Mahşere kadar akıt-
sın, âmin.
Üstadım Efendim!
Bugün harekât-ı maziyem ile ah-
val-i hâzıramı mukayese ciheti ihtar edildi. Alâkadri’l-is-
tita tetkik ettim. Neticede ahval-i hâzıramı, hamden
sümme hamden, sıklet cihetinde pek hafif ve kıymet hu-
susunda pek ağır buldum. Harekât-ı sabıkam ise bunun
hilâfınadır. Elhamdülillâh, Cenab-ı Feyyaz-ı Hakikî, âciz,
fakir, muhtaç kullarından rahmet-i Rabbaniyesini esirge-
medi.
“Armut piş ağzıma düş” kabîlinden, her nevi malze-
me-i cerrahiye-i ruhiyeyi hazık bir operatörle beraber
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahval-i havra:
şimdiki durum.
alâkadri’l-istita:
elden geldiği ka-
dar, güç yettiği kadar.
âlâm:
kederler, elemler, acılar.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
Cenab-ı feyyaz-ı Hakiki:
gerçek
feyiz verici. Allah (c.c).
Cenab-ı Kibriya:
Yüce Rab, aza-
met ve kudreti sonsuz, şeref ve
azamet sahibi olan Cenab-ı Allah.
cevher:
mec. değer, kıymet.
cihet:
yön.
Elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
enhar-ı kevser:
kevser ırmakları,
kevser suları, Cennetteki Kevser
suları, nehirleri.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın nur-
ları.
eser:
kitap.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
hâlen:
hareket ve davranış ola-
rak.
hamden sümme hamden:
tekrar
tekrar şükür.
harekât-ı sabıka:
geçmiş önceki
hareket.
harman:
farklı cins veya kalitede-
ki şeyleri karıştırma.
hayat-ı bakıye:
bakî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı fâniye:
geçici hayat.
hâzık:
maharetli, becerikli, usta,
mahir.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hükmetme:
karar vermek, inan-
ca varmak.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel, tutar.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kabil:
tür, gibi.
kâlen:
sözle, söyleyerek.
kanaat:
hırs göstermeden kısme-
tine razı olmak, elindeki ile yetin-
mek.
kenz-i mahfî:
gizli hazine.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk, Al-
lah’a nazaran insan; insan, abd.
lemeât-ı bekaiye:
beka pırıltıları.
Mahşer:
haşrolunacak, toplanıla-
cak yer; kıyamette ölülerin dirilip
toplanacakları yer.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
meşakkat:
zahmet verici iş.
mukayese:
benzeterek ve
karşılaştırarak değerlendirme, kı-
yaslama.
nasibedar (nasiptar):
nasibi olan,
nasipli, kısmetli, hissedar.
nevi:
çeşit.
nihayet:
son.
rahmet-i Rabbaniye:
terbiye
ve idare eden Allah’ın rahme-
ti, merhameti ve şefkati.
reşahat-ı Furkaniye:
hak ile
batılı birbirinden ayıran
Kur’ân-ı Kerîm’den damlalar,
reşhalar, sızıntılar.
rida:
belden yukarı örtülen
örtü, omuza alınan örtü.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sıklet:
ağırlık, yük.
sümme:
tekrar ve tekrar.
talep:
rağbet.
temîn:
sağlama.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vâfi:
yeterli, tam.
yevmen-fe-yevmen:
günden
güne, gittikçe, günbegün.
zerâfet:
incelik, zariflik.
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)
| 292 | BARLA LÂHİKASI