Gavsü’l-Azam Şeyh Geylânî Hazretlerine merbutiyet ve
muhabbeti derece-i nihayettedir.
Üstad-ı Ekremim!
Bu defa risale-i şerifeler bir parça
tehire uğradı. Bunu, fakirin atalet, betalet ve kesaletine
haml buyurmayınız. Şikayet değil müftehirane arz ediyo-
rum. Bu sene Cenab-ı Hakkın fakire lütf u ihsan ve ke-
remi çok oldu. Lehülhamd vel minnetü, yüz binlerce mü-
teşekkirim. Ramazan Bayramından beri, iki defadır has-
talığım ki, el’an nekahet devrindeyim, Risale-i Nur-i Şe-
rifelerin istinsahına oldukça bir fasıla vermiş oldu. Çok
şükür elhamdülillâh bu hastalıklar bir in’am-ı İlâhîdir.
Dua-i Üstadâneleriyle sıhhatim yerine gelmektedir.
Asım
ì®í
Œ
157
œ
[Rüştü Efendi’nin fıkrasıdır.]
Ey Aziz Üstadım!
Bu kadar azîm ihsanınız, beni sevgili Üstadımızın nez-
dinde talebelerin en sonuncusu olmak şerefini kazandır-
dığını tahattur ettirdikçe, Cenab-ı Vacib-i Vücud Hazret-
lerine gece ve gündüz dua ediyorum. Ve bazı vakitlerde
başım secdede olduğu hâlde, mütemadiyen ağlıyorum.
Günahımın azameti, cürmümün hadsizliği, beni titretir-
ken sevgili Üstadımın duası, Cenab-ı Hakkın rahmeti, be-
ni teselli ediyor.
BARLA LÂHİKASI | 301 |
şeye meyletmesi.
müftehirane:
iftiharla, övünerek,
gururlu bir şekilde.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
müteşekkir:
teşekkür eden.
nekahet:
hastalıktan yeni kalk-
mış fakat tamamıyla iyileşmemiş
kimsenin hâli, hastalıktan sağlıklı
hale geçiş devresi.
nezd:
yan, kat, huzur, ind.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
risale-i şerife:
şerefli, mübarek ri-
sale, kitap.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
secde:
namazda, alınla beraber
burnu yere koyma şeklindeki
ibadet vaziyeti.
şeref:
üstünlük.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetler
karşısında elhamdülillah deme,
Allah’a dil ile hamd etme.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
talebe:
öğrenci.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
arz:
sunma.
atalet:
tembellik.
azamet:
büyüklük.
azîm:
büyük.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
betalet:
avarelik, işsizlik.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
Cenab-ı Vacib-i Vücud:
Allah
(c.c). varlığı zatî zorunlu olan.
cürüm:
hata, suç.
derece-i nihayet:
son dere-
ce, çok fazla.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dua-i üstadâne:
üstadımın
duası.
elan:
şimdi, şimdiki hâlde; he-
nüz, hâlâ, daha, bu ana kadar,
şu anda.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fasıla:
ara.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
haml:
yükleme, yüklenme.
ihsan:
iyilik, lütuf.
in’am-ı ilâhi:
Allah’ın nimeti.
istinsah:
nüshasını yazma,
örneğini çıkarma, kopya et-
me.
kesalet:
tembellik, uyuşuk-
luk, üşenme.
lehü’l-hamd
ve’l-minne:
hamd ve minnet onun (Allah)
içindir.
lütf-i ihsan ve kerem:
ikram,
cömertlik, bağışın verilmesi.
merbutiyet:
bağlılık, mensup
oluş, mensubiyet, eklilik.
muhabbet:
insanın manevî
haz aldığı veya kendisinde
hayır ve olgunluk gördüğü bir