niam-ı Sübhaniyenin medet elleriyle yardıma gönderildiği-
ni öğretmekle, bizi sonsuz bir derya-i feyze gark etmiştir.
Bu kudsî mübarek kelimenin her sure başında zikriyle,
ehemmiyet ve azameti ve her hayırlı işlerde tekrarıyla mü-
barek bir şefaatçı olması, ferşte gezen insana, arşa çıka-
cak kamet giydirmesi ve acz-i mutlakta çırpınan insanı,
Kadîr-i Mutlak’a raptetmekle, insanın kıymet ve izzeti
gösterildikten sonra
(1)
p
ø'
ªr
Ms
ôdG p
In
Qƒ°o
U '
¤n
Y n
¿Én
°ùr
fp
’r
G n
?n
?n
N% s
¿
p
G
hadis-i şerifiyle Mün’im-i Hakikî’nin binbir Esma-i Hüs-
nasının cilvelerinin şualarından tezahür eden rahmetiyle
perverde edilmek suretiyle de, rahmetin bir cilve-i etem-
mi olduğu izah buyurulmuştur.
Sevgili Üstadım!
Ruh-i insanın nazarını akıl ve kalbini ve muhayyilesini
(2)
$G p
º``````r
°ùp
H
ile kâinat simasına,
(3)
p
ø'
ªr
Ms
ôdn
G
ile arz siması-
na,
(4)
p
º«/
Ms
ôdn
G
ile ebna-i cinsinin sima-i manevisine dağıtı-
yor. Oralardaki rahmet-i vâsia-i külliyenin azametini, le-
tafetini gösteriyor.
Aziz Üstadım!
Nazarım nereye ilişse, aklım herhangi bir hâli mu-
hakeme etse, muhayyilem ne ile meşgul olsa, samiam
ne duysa, kalbim nereye gitse, dolaştıkları yerlerde ve
tesadüf ettikleri şeylerde, beşere bakan pek büyük
BARLA LÂHİKASI | 307 |
gark:
batma, boğulma.
Hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kıymet:
değer.
Kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kamet:
boy, endam.
kudsî:
mukaddes, yüce.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
muhakeme:
akıl yürütüp doğru
netice elde edebilme, tartma, de-
ğerlendirme, yargılama.
muhayyile:
hayal etme gücü.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mün’im-i hakikî:
asıl nimetlendi-
rici. Allah (cc).
nazar:
bakış, dikkat.
perverde:
beslenmiş, terbiye edi-
lip yetiştirilmiş, eğitilmiş.
rabt:
bağlamak, bitiştirmek.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
rahmet-i vasia-ı külliye:
her ta-
rafı kaplayan Allah’ın geniş rah-
meti.
sâmia:
kulaktaki işitme kuvveti,
işitme duyusu.
sima:
yüz, çehre.
sima-i manevî:
manevî çehre,
manevî görünüş.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şefaat:
günahkâr bir kimsenin af-
fını Allah’tan niyaz etme.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
tesadüf:
rastgelme, rastlantı; ön-
ceden bilinmeyeni, hesaplanma-
yan karşılaşma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zikir:
anma, bildirme.
acz-i mutlak:
mutlak zayıflık,
güçsüzlük.
arş:
göğün en yüksek katı.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beşer:
insan, insanlık.
cilve:
tecelli, görüntü.
cilve-i etem:
tam ve mükem-
mel tecelli.
derya-i feyz:
ilim, irfan mari-
fet denizi.
ebna-i cins:
aynı cinsten
olanlar.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
esma-i hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
1.
Muhakkak Allah insanı suret-i Rahman’da yaratmıştır. (Müsned, 2:244.251.315; Buharî, İstizan:
1; Müslim, Birr: 115, Cennet: 27.)
2.
Allah’ın adıyla.
3.
Er-Rahman.
4.
Er-Rahim.