Œ
163
œ
[Osman Nuri’nin fıkrasıdır.]
KUR’ÂN-I AZÎM
Bir kelimeni, milyonlar defa tekrar okusam,
İlk başladığım lezzeti, daima duyarım.
Sen İslâm ocaklarının sönmez bir lem’asısın,
Sen o misilsiz Zatın, emsalsiz kelâmısın.
Rabbin en sevgili Resulüne kısmet olan,
Değerli bin bir çeşit ispatlı kelâmısın.
Hangi kitap var ki, asırlarca böyle hürmetle okunsun,
Nasıl bir nankör var ki, gelsin sana dokunsun,
Haşa, sana inanmayanlar kâfirse bile,
Gelsin onun dellâlının yanına otursun.
O dellâldan alınca ders-i ilhamı,
Lânetler eder, inkâr ettiğine Kur’ân’ı,
İlmin en derin hocası, bürhanı,
Zelil eder, karşısında seni tanımayanı,
Kudsî kitabın çok ünlü, Onun dellâlı Üstadım Said
Gönül ister ki, o ayarda bulunsun binler Said.
Aynı günün sabahı okuduğum, büyük ve kudsî kitabımız
olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’dan aldığım nurlu ilham-ı İlâhî-
den, dolayısıyla güneş gibi kuvvetli olan Risale-i âliyelerini-
zin âcizde bıraktığı derin his ve tesirlerden doğmuştur.
Osman Nuri
ì®í
âciz:
konuşmada alçak gönüllü-
lükle kendinden bahseden kişi.
asr:
yüzyıl.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
ders-i ilhami:
ilham olarak
gelen ders.
emsalsiz:
benzersiz.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâşâ:
asla, katiyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
hürmet:
saygı.
ilham-ı İlâhî:
Allah tarafından
kalbe indirilen ilham.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
ispat:
delil, bürhan, kanıt.
kısmet:
nasip.
kafir:
Allah’ı ve İslamiyeti in-
kar eden, dinsiz.
kelâm:
Kur’ân-ı Kerîm.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
lânet:
beddua, ilenç.
lem’a:
parıltı.
misil:
benzer, eş, kat.
nurlu:
sınırsız, sonsuz.
Rab:
besleyen, yetiştiren,
verdiği nimetlerle mahlûkatı
ıslah ve terbiye eden Allah.
resul:
Allah’ın elçisi, peygam-
ber.
risale-i âliye:
üstün yüce ki-
taplar.
tesir:
etki.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan. Allah.
zelil:
zillete uğramış, hakir,
aşağılanmış.
| 312 | BARLA LÂHİKASI