Œ
162
œ
[Doktor İbrahim’in fıkrasıdır.]
Efendim!
Nuranî ve ziyadar cadde-i kübra-i manevîyede seyr ü
seyahat eden umum ahiret kardeşlerimle her hafta görü-
şüyor ve aramsız tulû eden Risale-i Nur eczaları gibi feyiz
ve marifet güneşlerinin haberlerini işittikçe ruhum güller
gibi açılıyor, huzur ve ibtihace müstağrak oluyor. Ve isti-
dadım nispetinde bir-iki meselecik öğrenmeye sa’y edi-
yor isem de, bu envar-ı bahr-i muhitten kardeşlerimin
ruhlarına in’ikas eden mesailden bahis arîzaları tahrir ve
takdim ettiklerini gördükçe, adem-i muvaffakiyetimden
mütevellit esef ve kederim hasebiyle cehlimden el-aman
çekiyorum. Ümmîlik ne güç imiş diye ruhum ağlıyor. Mu-
terifâne, “İbrahim, müstehaksın” diyorum. Nihayet yine
ümidimi Rabbimden kesmeyerek diyorum: “Bir müesse-
senin baş müdürü, muavini, kâtibi, müvezzii, tahsildarı,
hademesi olur. Fakir de kısmen müvezzilik, kısmen ha-
demelik sıfâtıyla bulunsam ne zararı var?” deyip müteselli
oluyorum.
İbrahim
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 311 |
eden, paylaştıran, dağıtan.
müvezzilik:
dağıtıcılık.
nihayet:
en sonunda.
nispet:
oran, ölçü.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
Rabb:
besleyen, yetiştiren, verdi-
ği nimetlerle mahlûkatı ıslah ve
terbiye eden Allah.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
sa’y:
çalışma, çabalama, gayret
etme, iş görme, emek sarf etme.
seyr ü seyahat:
hareket etme ve
yolculuk.
tahrir:
yazma, yazı.
tahsildar:
tahsil eden, alacak ve-
ya vergi toplayan vazifeli, tahsil
memuru.
takdim:
arz etme, sunma.
tulû:
doğma, doğuş.
umum:
bütün, hepsi.
Ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, ay-
dınlık.
adem-i muvaffakiyet:
başa-
rısız olma.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
bahis:
bahseden, araştıran,
anlatan.
cadde-i kübra-i maneviye:
manevî geniş, büyük yol, ma-
nevî ana yol.
cehl:
cahillik, bilgisizlik.
ecza:
eczacılıkta, ilâç yapma-
da kullanılan çeşitli maddeler.
elaman:
medet, aman, imdat
manasında yardım ve şikâyet
bildiren edat.
esef:
keder, hüzün, gam, tasa.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
feyiz:
ilim, irfan.
hademe:
hizmetçi.
haseb:
dolayı, cihetince, ge-
reğince.
ibtihâc:
sevinç, sevinme, iç
açıklığı. bolluk, bereket.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
kâtip:
yazıcı.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mesail:
meseleler.
mesele:
konu.
muavin:
yardımcı.
mûterifâne:
itiraf edercesine,
itiraf ederek.
müessese:
kuruluş, kurum.
müstağrak:
gark olmuş, dal-
mış, batmış, içine girmiş.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
mütesellî:
teselli bulan, avu-
nan.
mütevellid:
meydana gelmiş,
ileri gelmiş, hasıl olmuş.
müvezzi:
tevzi eden, taksim