Evet, ehl-i iman için mucib-i teessür şeyler, kendisini
ıslah-ı hâle irca etmek üzere, ubudiyetle Hâlık’ına yalva-
rırken, bir mülhidin uysal bir mahlûk gibi sokularak, bir-
kaç zaman hileli etvar gösterdikten sonra, ruhunun çirkin-
liği ile karşısındakine hücum ederek, kendine onu benzet-
mek istemelerini ve hatta karşısındaki mü’min hakkında,
suizan ve sû-i tefehhüme düştüğünü görmektir.
Ah Üstadım!
Ne vardı, insanlar ya göründüğü gibi
olsa, yahut olduğu gibi görünseler idi. Ehl-i irşat ahkâm-ı
Kur’âniyeyi tebliğ hususunda müşkülât çekmeyecek ve in-
kâr edilmeyecekti. Benim gibi henüz kendini ıslah edeme-
yenler de, bazı budalaların ruhlarında safiyet ve hüsn-i in-
saniyet aramaya çalışmayacaktı.
Aziz Üstadım!
İnşaallah Cenab-ı Hak, hak ve haki-
katin güneş gibi yükseldiğini size ve bize göstersin. Bir
zindan hayatına benzeyen, birçok manevî mahrumiyetler
içerisinde geçen şu günleri, sürurla ve serbest günlere teb-
dil eylesin. Âmin.
Talebeniz Zekâi
ì®í
Œ
153
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Üstad-ı Ekremim!
Hikmetü’l-İstiazenin ikinci kısmı öyle kıymettar bir ha-
zine-i cevahir ve maraz-ı vesvesenin iksir bir ilâcıdır ki,
ıslah:
iyi duruma getirme, iyileş-
tirme, düzeltme.
ıslah-ı hâl:
hâlin, durumun düzel-
tilmesi.
ahkâm-ı Kur’âniye:
Kur’ân hü-
kümleri.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
Aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
budala:
zekâca geri, salak, aptal,
bön.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, İslâm dinini kabul edenler.
ehl-i irşat:
mürşitler, doğru yolu
gösterenler.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hâlik:
yaratıcı, Allah (cc).
hikmetülistâze:
Risale-i Nur Kül-
liyatından, “Allah’a sığınmanın
hikmetleri” anlamında bir risale
ismi.
husus:
mevzu, konu.
iksir:
çok tesirli ilaç.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
irca:
eski hâline getirme, eski
durumuna getirme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mahlûk:
yaratık, Allah tara-
fından yaratılmış olan.
mahrumiyet:
mahrumluk, di-
lediğini, istediğini elde ede-
meme, nasipsizlik, hissesizlik.
manevî:
madde dışı olan,
maddî olmayan, manaya ait.
maraz-ı vesvese:
vesvesenin
sebep olduğu hastalık, şüphe
ve kuruntulardan kaynakla-
nan dert.
mucib-i teessür:
üzüntü veri-
ci, üzüntüyü gerektiren.
mü’min:
iman eden, inanan.
mülhit:
İslam dininden ayrı-
lan, Allah’ı inkar eden, dinsiz,
imansız.
müşkülât:
müşkiller, güçlük-
ler, zorluklar.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
safiyet:
saflık, halislik, temiz-
lik.
sû-i tefehhüm:
yanlış anla-
ma.
suizan:
fena, kötü zan, şüphe.
sürur:
sevinç, mutluluk.
talebe:
öğrenci.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
ubudiyet:
kulluk.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zindan:
hapishane.
| 294 | BARLA LÂHİKASI