Barla Lâhikası - page 278

bunda bir sır var. Üstadımız dedi ki: “Bu bir işaret-i İlâhi-
yedir. Cenab-ı Hak, manen diyor ki: Ben duayı kabul edi-
yorum, fakat şimdi yağmur vermiyorum.” Demek sonra
Sure-i Yasin şefaat edecek. Nitekim öyle olmuştur.
Elhâsıl:
Isparta’daki kardeşlerimizin umumî rahmet
içindeki Risale-i Nur’un bereketine dair dava ettikleri hu-
susiyeti, bu iki kuvvetli delil ile tasdik ediyoruz.
Barla’da
Şem’i, Mustafa Çavuş,
Bekir Bey, Muhacir
Hafız Ahmed, Süleyman
ì®í
Œ
145
œ
Ehl-i iman –bilhassa şimdiki Risale-i Nur’un zakir ve
muvahhit şakirtleri– öyle bir cadde ve minhaca girmişler
ki; o cadde gayet müstakim, gayet nurlu, gayet sevimli.
Bütün iki tarafı elmas, inci dükkânı. Bunların başında
nass-ı Kur’ân’dan gelen ve Kur’ân-ı Kerîm’in ve Furkan-ı
Hakîm’in âyât-ı beyyinatından intişar eden Risale-i
Nur’un yüz yirmi parçasından beher parçası birer mür-
şid-i azam, birer mürşid-i ekmel, birer kal’a-i hasin, birer
elmas kılıç olarak sabittir. Öyle ise, ey Lütfi, Risale-i Nur’a
sıkı yapış ki, bir mürşid-i ekmel bulasın! Lisanına tevhidi
ver ki, şu muhkem kaleye giresin. Feyyaz-ı Mutlak’ın ke-
lâmı olan Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’a hadim ol ki, o elmas
kılıcı elinde tutasın.
ayat-ı beyyinat:
apaçık ayetler,
deliller veya işaretler.
beher:
her, her bir, her birisine.
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
dair:
alakalı, ilgili.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
iz, nişan, emare.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
Feyyaz-ı Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta bağlı olmadan çok çok be-
reket ve bolluk veren Allah (c.c.).
Furkan-ı Hakîm:
doğruyu yanlış-
tan ayıran hikmetli Kur’ân.
gayet:
son derece.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hususîyet:
hususîlik, ayırıcı özel-
lik.
intişar:
çıkma, yayılma.
işaret-i ilâhiye:
ilâhi işaret, ha-
ber, alâmet.
kal’a-i hasîn:
sağlam kale.
kelâm:
söyleyiş, konuşma, nu-
tuk.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
lisan:
dil.
manen:
mana bakımından,
manaca.
minhac:
meslek, yol, açık ge-
niş yol.
muhkem:
sağlam, sağlamlaş-
tırılmış, kuvvetli.
mürşid-i azam:
büyük irşat
edici.
mürşid-i ekmel:
en mükem-
mel ve kusursuz doğru yol
gösterici.
müstakim:
doğru, düz, düz-
gün.
muvahhit:
tevhit eden, Ce-
nab-ı Hakkın varlığına ve bir-
liğine inanan, Allah’ı birleyen.
nass-ı Kur’ân:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’in kesin, şüpheye ihtimal
bırakmayan hükmü. Kur’ân’ın
delilliği.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
rahmet:
yağmur, faydalı yağ-
mur.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
sır:
gizli hakikat.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zakir:
zikreden, Allah’ı zikre-
derek dua eden.
| 278 | BARLA LÂHİKASI
1...,268,269,270,271,272,273,274,275,276,277 279,280,281,282,283,284,285,286,287,288,...720
Powered by FlippingBook