Œ
143
œ
[Re’fet Bey ve Hüsrev gibi Risale-i Nur
Şakirtlerinin buldukları –Risale-i Nur
bereketine işaret eden– lâtif bir teva-
fuktur.]
Risale-i Nur’un Isparta’ya ne derece rahmet olduğuna
delâlet eden bir tevafuk-i acibe:
Risale-i Nur’un mazhar olduğu inayatın külliyetinden
mühim bir ferdi de şudur ki: Isparta vilâyeti sekiz sene-
den beri Risale-i Nur’un müellifini sinesinde saklamıştı ve
Barla gibi şirin bir nahiyesinde, Cenab-ı Hakkın lütuf ve
keremiyle muhafaza etmişti. Bu müddet zarfında yavaş
yavaş intişar eden Risale-i Nur’dan Isparta’da binler adam
imanlarını takviye ettiler. Bilhassa, gençler pek çok isti-
fade ve istifaza ettiler.
Vakta ki, Üstadımızın Barla gibi lâtif ve şirin bir mahal-
deki sıkıntılı ve pek acıklı ve en katı kalbleri ağlatan iş-
kenceli esareti bitti; Risale-i Nur’un müellifi olan Üstadı-
mızın nazarı, Cenab-ı Hakkın avniyle Isparta’ya mütevec-
cih oldu. Evhama düşen bazı zalim ehl-i dünyanın teşeb-
büskârâne harekât-ı zahiriyesi bir sebeb-i adî olarak yeni
bir zulme hedef oldu; Üstadımız Isparta’ya getirildi. Fakat
Üstadımızın teşrif ettiği zaman yaz mevsiminin en hara-
retli zamanı idi. Yağmurlar kesilmiş, Isparta’yı iska eden
sular azalmış, bir kısm-ı mühimminin menbaı kesilmiş,
ağaçlar sararmaya, otlar kurumaya, çiçekler buruşmaya
başlamıştı. Risale-i Nur’un en ziyade intişar ettiği
BARLA LÂHİKASI | 273 |
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sebeb-i adî:
basit sebep.
sîne:
yürek, kalb, gönül.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
teşebbüskârane:
teşebbüs ede-
ne yakışır şekilde, teşebbüs eder-
cesine.
teşrif:
şereflendirme, şeref ver-
me.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tevafuk-ı acibe:
şaşırtıcı münâ-
sebet ve uygunluk, alâkadarlık.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vaktaki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
vilayet:
il, şehir.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zarfında:
içerisinde.
ziyade:
çok, fazla, artık.
zulm:
haksızlık, eziyet.
avn:
yardım.
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
delâlet:
alâmet, işaret, iz.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
esaret:
esirlik, tutsaklık, hü-
küm altında bulunma.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
hararet:
sıcaklık.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intişar:
yayılma, dağılma,
neşrolunma.
iska:
su verme, sulama, su-
varma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istifaza:
feyz alma, feyz bul-
ma, feyizlenme.
kerem:
cömertlik, lütuf, ih-
san, bağış.
kısm-ı mühim:
önemli kısım.
külliyet:
bütünlük, bolluk,
çokluk.
lâtif:
güzel, hoş.
lütuf:
ikram ve yardımda bu-
lunma.
mahal:
yer.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
menba:
kaynak.
müddet:
süre, zaman.
müellif:
eser telif eden, ya-
zan.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müteveccih:
bir cihete dö-
nen, yönelen.
nahiye:
bölge, küçük yer.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.