Œ
144
œ
[Süleyman Efendi, Mustafa Çavuş ve
Bekir Bey’in bir fıkrasıdır. Isparta’daki
kardeşlerimizin fıkrasındaki davayı is-
pat eden kuvvetli iki delili gösteriyor.]
Re’fet Bey ve Hüsrev gibi kardeşlerimizin harika bir su-
rette yağan umumî yağmur içinde Risale-i Nur bereketi-
ne hususiyetle baktığına bizim de kanaatimiz geliyor.
Çünkü gözümüzle yağmur hâdisesini, hususî bir şekilde
hizmet-i Kur’ân ve Risale-i Nur’a baktığını iki surette gör-
dük.
B
İRİNCİ
S
URET
:
Risale-i Nur’un vasıta-i neşri olan Üsta-
dımızın camii Barla’da seddedildi. Risale-i Nur’u yazacak
hariçteki talebelerinin yanına gelmeleri menedildiği hen-
gâmda kuraklık başladı. Yağmura ihtiyac-ı şedit oldu.
Sonra yağmur başladı, her tarafta yağdı. Yalnız Karaca
Ahmed Sultandan itibaren, bu daire içinde kalan Barla
mıntıkasına yağmur gelmedi. Üstadımız bundan pek mü-
teessir olarak dua ediyordu. Sonra dedi ki:
“Kur’ân’ın hizmetine set çekildi, bu köydeki mescidi-
miz kapandı. Bunda bir eser-i itap var ki, yağmur gelmi-
yor. Öyle ise, madem Kur’ân’ın itabı var; Yasin Suresini
şefaatçi yapıp, Kur’ân’ın feyzini ve bereketini isteyece-
ğiz.”
Üstadımız, Muhacir Hafız Ahmed Efendi’ye dedi ki:
“Sen kırk bir Yâsin-i Şerif oku!”
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
iz, nişan, emare.
eser-i itap:
azarlama, payla-
ma, darılma eseri, izi.
feyz:
ilim, irfan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdise:
olay.
hariç:
dışarı.
hârika:
olağanüstü.
hengâm:
zaman, sıra.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hiz-
meti.
hususî:
özel.
hususîyet:
özellik.
ihtiyac-ı şedit:
çok şiddetli
ihtiyaç, şiddetli muhtaç oluş.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itap:
darılma.
itibaren:
den beri, ...den baş-
layarak, itibar ederek.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
men:
yasak etme, engelleme.
mescit:
namaz kılınacak yer,
cami, ibadet edilecek yer.
mıntıka:
bölge, taraf, cihet.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
sedd:
kapama, tıkama, engel
olma.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
set:
mâni, perde, engel, hail.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talebe:
öğrenci.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
| 276 | BARLA LÂHİKASI