Œ
141
œ
[İmamoğlu Hafız Mustafa’nın
bir fıkrasıdır.]
(Bütün Söz ve Mektubatın birer mürşid-i kâmil va-
zifesini gördüklerine dair hatıra gelen bir mektup-
tur.)
Üstadım Efendim!
Bundan bir sene evvel,
Sözler
ve
Mektubat
’ı istinsah
esnasında, bazı nükteler, kendi emraz-ı kalbiyeme muva-
fık bir ilâç geldiğinden, “Evet, bu nükteyi altın yazı ile yaz-
malı” diye söylerdim.
Lem’alar
telif edildi. Bütün Söz ve
Mektubata feyizleriyle anahtarlık yaptı. Şöyle ki:
Kışın en şedit, tehlikeli ve fırtınalı zamanında, yırtıcı
hayvanların en azgın ve kuvvetli zamanlarında, geniş sah-
rada, çamurlu bir yolda giden bir yolcunun imdatsız, kim-
sesiz, o tehlikeler içinde, düşe kalka, yüzde doksan dokuz
fırtınalar ve o yırtıcı canavarların elinde parçalanacağı ve
telef olacağı hengâmda, kendini kurtarmak isteyen o yol-
cunun gözüne tesadüf eden, sahranın ortasındaki çelik-
ten daha güzel, polattan daha kuvvetli yapılmış bir sara-
ya rast gelmesi, o yolcuyu o kadar memnun ve mesrur
eder ki, Hatta o saraya daha çabuk yetişip, yırtıcı hay-
vanlar tarafından parçalanmasından halâs olmak için ko-
şarak, acelesinden ayaklarının bile yere temas etmesini
istemeyen bu yolcu, kendisinin saraya girmesine vesile
olanlara, değil bütün malını vermek, belki canını feda
eder.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
emraz-ı kalbiye:
kalb hastalıkla-
rı, kalb ile ilgili hastalıklar.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
fedâ:
uğruna verme.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, irfan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, sela-
mete erme.
hengâm:
zaman, sıra.
imdat:
yardım.
istinsah:
nüshasını yazma,
örneğini çıkarma, kopya et-
me.
mesrur:
sevinçli, memnun.
mürşid-i kâmil:
en kâmil, en
olgun irşat edici.
muvafık:
uygun, münasip.
nükte:
ince manalı, ancak
dikkatle anlaşılabilen mana
veya söz.
polat:
çelik.
sahra:
büyük çöl, geniş ve su-
suz arazi.
şedit:
şiddetli.
telef:
yok etme, harap etme,
boş yere harcama.
telif:
kitap yazma, eser orta-
ya koyma.
tesadüf:
rastlantı.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vesile:
bahane, sebep.
| 266 | BARLA LÂHİKASI