etmiş olduğu manevî doktorlar, kıyamete kadar gelecek
mü’minlere maddî ve manevî doktorluk vazifesini göre-
cekler ve şimdiki hâl vilâyetimiz dâhilinde bulunan mane-
vî doktora müracaat edeyim, diyerek ruhum her an gez-
mekte iken bîhuş olup yattım.
Bana rüyamda üç şahıs gösterildi. İkisinin ismini söy-
lemediler. Diğeri Üstadım Bediüzzaman’ı, ismiyle söyle-
diler. Hemen eline yapışıp ellerini öptüm. Üstadım acele
olarak, cebinden bir kalem ve bir kâğıt parçası çıkarıp ba-
na verdi, hemen uyandım. Peder ve validem ehl-i kalb ol-
duğundan, rüyayı anlattım. Pederim; “Bu zat Barla’ya he-
nüz yeni geldi. Bir-iki sene kadar oldu. Git, müracaat et”
dedi. Ben dedim: “Daha askere gitmedim, yaşım genç.
Böyle büyük manevî bir doktorun yanına bu yaralar ile
nasıl gideyim ve nasıl cerrahiyesine dayanayım?” Bana,
“Git” denildi. Hitap iki oldu. Hemen, sabahleyin kalkıp
gittim. Üstadımı görünce, bir-iki dakika titredim. Sonra,
fesübhanallah, dedim. Doktoru görünce o yaralar bütün
kuvvetleriyle bağırıyorlar. Verdiği eczalara tahammül ede-
meyecekler. O yaraları açamadım. Üstadım da talebeliğe
kabul edip, beş vakit farzı bırakmayacağıma çok çok
tembih etti. Avdetten bir-iki ay sonra, hemen askere
gittim. Terhis oluncaya kadar; (yirmi mah mukaddem) bu
yaralar içinde, her saat ve her dakika, “Elmevtü hakkun”
kaziyesini düşünüp, “Acaba benim hâlim ne olur?”
derdim. Memlekete avdetimde, ağabeyim Mustafa’yı
(rahmeten vâsiaten) görünce ruhum biraz genişledi.
Acaba, bu nereden ileri geliyor, dedim. Bir-iki gün
avdet:
geri gelme, dönüş.
bîhuş:
şaşkın, sersem.
cerrahiye:
ameliyat.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
ecza:
ilaçlar.
ehl-i kalb:
kalbi uyanık, basireti
ziyade olan.
el-mevtü hakkın:
ölüm gerçek-
tir.
farz:
namaz.
fesübhanallah:
Allah (c.c.) ne gü-
zel yaratmış; Allah bütün noksan-
lıklardan münezzehtir, her şey
kendine tespih eder anlamında
olup hayret ve taaccübü ifade
için söylenir.
hâl:
durum, vaziyet.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
kaziye:
önerme, teklif, hüküm.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî.
mü’min:
iman eden, inanan.
mukaddem:
öncelik tanınan,
öncelikli.
müracaat:
başvurma, danış-
ma.
peder:
baba, ata.
rahmeten vasia:
geniş olan
rahmet, merhamet ve acıma.
tahammül:
zora dayanma,
sabretme, sabır gösterme.
talebe:
öğrenci.
tenbîh:
uyarı, ihtar.
terhis:
askerliğini bitirenlerin
ordudan gitmelerine izin ver-
me, bırakma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
valide:
ana, anne.
vilayet:
il, şehir.
zat:
kişi, şahıs, fert.
| 260 | BARLA LÂHİKASI