manevî yaraya karşı sünnet-i seniyyeyi merhem yapmak
icap ettiğini.
Y
EDİNCİ
İ
ŞARET
:
Erkân-ı imaniyeden biri olan kadere
te’vilsiz iman etmek lâzım olduğunu ve günah-ı kebireyi
işleyen mü’min kalabileceğini; fakat şeytanların tahriba-
tına karşı Cenab-ı Hakkın bin bir isminin tecelli etmekte
olduğunu; Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhe-
binden ayrılmamak ve Kur’ân’ın çetin ve metin kal’asına
girerek sünnet-i seniyenin muktezasına tevfik-i hareket
eylemekle kurtulmaya muvaffak olunacağını.
S
EKİZİNCİ
İ
ŞARET
:
Küfür ve dalâlet yoluna, insanların na-
sıl ihtiyârlarıyla sülûk ettiklerini ve bunların nasıl hayat ge-
çirebildiklerini aliyyü’l-âlâ bir tarzda ders verdikten sonra,
ehl-i iman için Kur’ân’ın himayesi altına iman-ı tam ve
itikad-ı kâmil ile girmek ve sünnet-i seniyenin daire-i nu-
raniyesine seve seve dâhil olmaklığın ne kadar güzel ol-
duğunu.
D
OKUZUNCU
İ
ŞARET
:
Hizbullahın neden çok defa hizbüş-
şeytan olan ehl-i dalâlete mağlûp olduklarını; Medine mü-
nafıklarının dalâlette ısrar ederek hidayete girmemeleri
ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki muhare-
bedeki mağlûbiyetinin hikmetini beyan ederek, O Seyyi-
dü’l-Mürselîn’in sünnetine ittiba sayesinde muvakkat acı-
ların geçeceğini.
BARLA LÂHİKASI | 251 |
itakad-ı kâmil:
mükemmel
inançlı.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat et-
me.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kal’a:
büyük hisar.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
lümme-i şeytaniye:
şeytanın
vesvesesi, şeytanın verdiği ku-
runtu.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mağlup:
yenilme, kendisine galip
gelinmiş.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi teskin
eden şey.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
mezhep:
dinde tutulan yol, dinde
anlayış ve ibadet yolu.
mü’min:
iman eden, inanan.
muharebe:
savaşma, savaş.
muktezâ:
iktiza etme, gerekme.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
muvakkat:
geçici.
Resul-i Ekrem:
cömert mükem-
mel resul.
Seyyidü’l-Mürselîn:
peygamber-
lerin efendisi.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tut-
ma.
sünnet:
adet, yol, davranış.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tarz:
usul, yol.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tevfik-ı hareket:
hareketin uy-
gunluğu; uygun davranışta bu-
lunma.
tevil:
yorumlama, yorum.
aleyhissalatü vesselam:
sa-
lat selam on olsun.
aliyyülâlâ:
en üstün, birinci-
lerin birincisi, en iyi.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cemaat:
bir mezhebe veya
bir gruba bağlı olanların oluş-
turduğu topluluk.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
dahil:
girme, içinde olma.
daire-i nuraniye:
nurlu, ay-
dınlık daire.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten
ayrılmak, azmak.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i hak:
ehl-i sünnet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
Ehl-i Sünnet ve cemaat:
İs-
lam’ı ilk günkü safiyetiyle ka-
bul ederek dinden olmayan
şeyleri karıştırmayıp, Hz. Pey-
gamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
günah-ı kebair:
büyük gü-
nahlar.
hidayet:
doğru inanç ve ya-
şayış üzere olmak.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hizbullah:
Allah’ın taraftarı,
Allah’a bağlı olan topluluk.
hizbüşşeytan:
şeytan taraf-
tarları.
ihtiyâr:
irade, tercih.
iman-ı tam:
tam inançlı.
istiaze:
kaçınma, Allah’a sı-
ğınma.