gitgide daha fazlalaşmakta iken bir gün işittim ki, “Sağ-
dan sola geçiniz” diye ilân ediyorlar. Ve otuz iki harfin bir
kaç adedini gaip edip ilân edince öyle bir yara daha açıl-
dı ki; evvelki yaraları unutturdu. Nasıl ki nass-ı Kur’ân’da
k
án
ªr
Mn
Q n
?r
fo
ón
d r
øp
e Én
æp
J'
G BÉ`n
æ` s
`Hn
Q Gƒo
dÉn
?n
a p
?r
¡n
µ``r
dG n
‹p
G o
án
«`r
àp
Ør
dG …n
hn
G r
Pp
G
(1)
Gk
ón
°Tn
Q Én
fp
ôr
en
G r
øp
e Én
æn
d r
Å`u
«`n
gn
h
Ashab-ı Kehf Efendilerimiz –asrımızdaki tahammül edil-
meyen fenalık gibi– o asırda fenalıktan, fitneden kaçarak
mağaraya iltica ettiler. Sebebi ise; din-i hak üzere bulu-
nan ehl-i imanı, zamanlarının padişahı olan Dakyanus,
putperestliğe davet edip kabul edenleri putlara kurban
kestirip, kabul etmeyenleri katliam ettiği sırada, Ashab-ı
Kehf Efendilerimiz mağaraya çekildiler.
Ben de, asrımıza ve yaralarımıza baktıkça, bütün gün
ruhum çırpınmakta iken “Acaba bu karmakarışık za-
manda, benim gibi böyle manevî yaralı gençler, o Mah-
keme-i Kübrada, Cenab-ı Vacibü’l-Vücud ve Tekaddes
Hazretlerinin huzurunda ve Peygamberimiz Muhammed
Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizden nasıl şefa-
at dileyebilirler?” diyerek bütün gün ruhum ağlardı. Ma-
dem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma, binlerce
maddî ve manevî yaralılar, dilsizler, nüzul olmuş, bütün
kalbi kararmış, imanı yok bedevî adamlar, Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına vardığında, bir saat, bir
gün sohbet-i Nebevîde bulunur; sonra kavim ve kabi-
lelerine rehber ve muallim olarak döndüler. Ve madem
kıyamete kadar bâkî bıraktığı Kur’ân ve Kur’ân’ın tayin
BARLA LÂHİKASI | 259 |
âdet, örf, kültür birliği olan insan
topluluğu.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
Mahkeme-i Kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mahke-
me.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
muallim:
ders veren, öğretmen.
nass-ı Kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in
kesin, şüpheye ihtimal bırakma-
yan hükmü. Kur’ân’ın delilliği.
nüzul:
vücudun tamamının veya
bir kısmının tutulması, inme, felç.
putperestlik:
puta tapma duru-
mu, puta tapıcılık.
şefaat:
Hz. Peygamberin ve diğer
salih kulların, bazı günahkâr
mü’minleri bağışlamasını Al-
lah’tan dilemeleri.
sohbet-i Nebeviye:
Peygamberi-
mizin (
ASM
) sohbeti.
tahammül:
yüklenme, yüke kat-
lanma.
tayin:
vazifeye gönderme, bir işe
yerleştirme, atama.
aleyhissalât vesselâm:
Al-
lah’ın salât ve selamı ona ol-
sun.
Ashab-ı Kehf:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’de anlatılan, devirlerinde-
ki zulümden kaçıp, bir mağa-
rada Allah’a sığınan ve 300
küsur sene uyuduktan sonra
uyanarak bir müddet daha
yaşadıktan sonra ölen yedi
kişi.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarz-
da yaşayan, medenî olma-
yan.
Cenab-ı Vacibü’l-Vücud ve
Tekaddes:
varlığı zatî ve za-
ruri olan mukaddes Allah
(c.c).
din-i hak:
hak din, İslâmiyet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
fitne:
dinsizlik, cânîlik.
gaip:
görünmeyen, hazır ol-
mayan, yok olan, kayıp.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
iltica:
sığınma, barınma.
kabile:
birlikte yaşayan ve bir
sülaleden gelen insanlar.
katl:
öldürme, katletme.
kavim:
millet; aralarında dil,
1.
O gençler mağaraya sığındıklarında, “Ey Rabbimiz,” demişlerdi. “Bize yüce katından bir rah-
met ver ve işimizde Senin rızana erişmek için muvaffakiyet nasip et. (Kehf Suresi: 10.)