Efendi’den almıştım. Nasılsa mütalâasına muvaffak ola-
mamıştım. Tâ bugünlerde kitaplarımın arasında bir şey
ararken elime geçti. Dedim: “Bu Hazret-i Mevlâna Ha-
lid, Üstadımın hemşehrisidir. Hem İmam-ı Rabbanî’den
sonra, tarik-ı Nakşî’nin en mühim kahramanıdır. Hem ta-
rik-ı Halidiye-i Nakşiyenin piridir.” Risaleyi mütalâa eder-
ken, Hazret-i Mevlâna’nın tercüme-i hâlinden şu fıkrayı
gördüm:
Ashab-ı Kütüb-i Sitteden İmam-ı Hâkim, “
Müsted-
rek
”inde ve Ebu Davud “
Kitab-ı Sünen
”inde; Beyhakî,
“Şuab-ı İman”da tahriç buyurdukları,
m
án
æ°n
S p
I n
CÉp
e u
?o
c ¢p
Sr
Gn
Q '
¤n
Y p
ás
eo
’r
G p
?p
ò'
¡p
d o
ån
©r
Ñn
j %G s
¿
p
G
(1)
Én
¡n
æj/
O Én
¡n
d o
Ou
ón
éo
j r
øn
e
yani, “
Her yüz senede Cenab-ı Hak bir müceddid-i din
gönderiyor
” hadis-i şerifine mazhar ve mâsadak ve müz-
hir-i tam olan Mevlâna eş-şehîr, kutbülarifîn, gavsülvası-
lîn, vâris-i Muhammedî, kâmilü’t-tarikati’l-âliye ve’l-mü-
ceddidiye Halid-i Zülcenaheyn Kuddise Sirruhu…” (ilh.)
Sonra tarihçe-i hayatında gördüm ki, tevellüdü 1193
tarihindedir. Sonra gördüm ki,1224 tarihinde Saltanat-ı
Hind’in payitahtı olan Cihanâbâd’a dâhil olmuş. Abdul-
lah Dehlevî Hazretlerinden aldıkları füyuzat-ı maneviye
ile tarik-ı Nakşî silsilesine girip mücedditliğe başlamış.
Sonra 1238’de, ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini celp et-
tiğinden, vatanını terk ederek diyar-ı Şam’a hicretle
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
dahil:
girme, içinde olma.
diyar-ı Şam:
Şam diyarı, bölgesi.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
eş-şehîr:
en meşhur, en şöhretli.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
füyuzat-ı maneviye:
manevi fe-
yiz, ilim.
gavsülvasılîn:
evliyaullahın bü-
yükleri hakkında kullanılır.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
hicret:
bir yerden bir yere göç et-
me, göç.
kâmilü’t-tarikati’t-âliye ve’l-
müceddidiye:
en mükemmel yü-
ce yolun yenileyicisi.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
müceddid-i din:
dini tecdit eden,
dini, yine dinin kaynağından
aldığı ilim ve tefsirle kuvvet-
lendiren.
müceddit:
din yenileyicisi.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müzhir-i tam:
tam açıklayan,
gösteren izah eden.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
payitaht:
başkent, başşehir.
pîr:
şeyh, mürşit.
risale:
kitap, eser.
Saltanat-ı Hind:
hindistan
saltanatı.
tahric:
çıkartma.
tarihçe-i hayat:
bir kimsenin
hayatını anlatan kitap; biyog-
rafi.
tarik-ı Halidiye-i Nakşiye:
Halen devam eden Nakşi tari-
katı.
tarik-ı Nakşî:
Şeyh Bahaüd-
din Nakşibendî’nin kurduğu
tarikatin yolu, Nakşibendî ta-
rikati.
tercüme-i hâl:
hâl tercümesi,
bir kişinin hayatını anlatan
eser, biyografi.
tevellüt:
doğma, doğum.
varis-i muhammedi:
pey-
gamberimizin varisi.
1.
Hâkim, Müstedrek, 4:522; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845; Ebu Davud, Melâhim:1.
| 268 | BARLA LÂHİKASI