Sevgili Hocam!
Siz herkes için, beşeriyet için, zararlı
olan tahribat ve afatın önünü almak için, gece gündüz ça-
lışınız. Kendinizi tehlikeye atın da acı acı tahrikata maruz
kalın. Hayır aziz Üstadım, hayır yüce dâhî hayır! Sizin na-
sibiniz bu değil. Size verilecek mükâfat bu olamaz. Bu hâ-
letler olsa olsa üç-beş dinsizin ve bir takım cehennem yol-
cularının çılgınlığıdır. Bu hâle sabretmek ve ehemmiyet
vermemekle, pek yüce mükâfatlara mazhariyetler kesbe-
diyorsunuz. Siz asla ve kat’a müteessir olmayın. Ne ka-
dar vahşiyâne ve zalimâne olursa da, dönüp arkanıza bak-
mayın. Size açılan manevî âlemlerin kapılarına doğru iler-
leyin. Yürüyün, yürüyün, tâ namütenahi yürüyün. Gitti-
ğiniz yerlerde, uzaklaştığınız âlemlerde bizim gibi yaralı,
âciz, zayıf, pürkusur, kemter bîçareler için de, müebbet
bir istirahat ve saadet yatağını hazırlayın.
Zekâi
ì®í
Œ
185
œ
[Zekâi’nin fıkrasıdır.]
Kalbim derin bir ihtiyaç ve iştiyak içinde, şu mübarek
günlerde, Üstadımın ziyaretini arzu ediyor. Nasıl ki, yaz
günlerinin sıcak demlerinde bilumum nebatat, yağmura
ihtiyaç hissederse, Zekâi de Üstadının nasihatlerine ve tel-
kinlerine öylece müştak ve muhtaçtır.
afat:
afetler, büyük belâ ve musi-
betler.
âlem:
dünya, cihan.
arzu:
isteme, bekleme, özleme.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bilumum:
bütün, tamamı, hep,
genel olarak.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
deha sahibi.
dem:
an, vakit, saat, zaman.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
hâle:
durum, vaziyet.
hâlet:
hal, durum.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kat’a:
hiç bir vakit, asla.
kemter:
“Ben” anlamında al-
çakgönülllük sözü; eksik nok-
san.
kesb:
kazanma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
mazhariyet:
nail olma, şeref-
lenme.
muhtâc:
gerek duyan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müebbet:
sonsuza kadar de-
vam eden, sonsuza kadar,
sonsuz, ebedî.
mükâfat:
ödül.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
namütenahî:
uçsuz bucaksız,
sonu olmayan, sonsuz, bit-
mez tükenmez.
nasihat:
akıl öğretme, yol
gösterme.
nasip:
hisse, pay, kısmet.
nebatat:
bitkiler.
pürkusur:
çok kusurlu.
saadet:
mutluluk.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahrikat:
tahrikler.
telkin:
öğüt verme, fikir ver-
me.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vahşiyâne:
vahşîcesine, vah-
şîce, vahşîlikle.
zaif:
zayıf.
zalîmâne:
zalimce, zulmeder-
cesine.
| 362 | BARLA LÂHİKASI