yazdığımız gibi İstanbul’da oturan bir adam, üç defa bu-
raya misafireten gelerek, onun eliyle Nuh Bey’in üç defa
mektup telgrafı elime geçiyor. Ve en sevdiğim Hulûsî Bey
ve Molla Abdülmecid ve Molla Hamid ve Hoca Abdülme-
cid Efendilerin selâmları ve isimlerini bir mektupta, yine
o Mehmed Efendi geçen sene bana o getirdi. Dedim: Bu
bir işaret-i inayettir, bu tesadüfî değil.
Sonra Nuh’un hediyesi, yirmi beş liralık kıymetinde bir
teneke, bizim namımıza geldiğini işittik. Arkadaşlarla be-
raber hesap ettik ki, biz burada hangi tarihte kitap hedi-
yelerini Nuh için hazırlıyorduk, aynı tarihte Nuh habersiz
olarak kırk gün mesafede, bize o nispette ve mana cihe-
tiyle onun gibi mübarek hediyeyi hazırlıyordu. Bu teva-
fuk kat’iyen tesadüf değil. Hatta bir kısım dostlar dediler
ki, bu Nuh Bey’in kerametidir. Acaba Nuh Bey’in kera-
meti var mı ki biliyormuş gibi mukabilini gönderiyor de-
diler. Dedim ki, ihlâsın ve sadâkatin dahi velâyet gibi ke-
rameti var. Belki, bazen daha fevkindedir.
Hediyenin vürudundan sonra, bir ay kadar kaza merke-
zinde bıraktık, almadık. Sonra Nuh’un mektubunu
aldıktan sonra getirterek açtık, hayrette kaldık. Tasav-
vurumuzun bütün bütün fevkinde çıktı. Bu teberrüke karşı
istiğna değil, belki bir iltifat-ı Ravza-i Mutahhara
olduğundan ona karşı dilencilikle iftihar ediyorum.
(1)
l
Ö«/
Ñn
M p
Ö«`/
Ñn
ër
dG n
øp
e m
A r
Àn
T t
?o
c
sırrınca
“Habib’in diyarından
gelen her şey mahbuptur.”
Ve onun içinde bir, bilhassa
Ravza-i Mutahhara’nın levha-i müzeyyene ve münevve-
resi var idi.
BARLA LÂHİKASI | 411 |
landırılmış, parlatılmış, aydınlatıl-
mış.
nam:
ad, isim.
nispet:
oran, ölçü.
sır:
gizli mana, çıkan anlam.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
tasavvur:
zihinde şekillendirme,
tasarlama.
teberrük:
hediye, armağan.
tesadüf:
rastlantı.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
vürud:
gelme, ulaşma.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön.
defa:
kere, kez, yol.
diyar:
memleket.
fevk:
üstün.
Habibullah:
Allah’ın en sevdi-
ği kul olan Peygamber Efendi-
miz (
ASM
).
iftihar:
övünme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
iltifat-ı Ravza-i Mutahhara:
Peygamber Efendimizin (
ASM
)
Medine’deki mübarek kabr-i
şeriflerinin beğenmesi.
istiğna:
ihtiyaçsızlık, gerek
duymazlık.
işaret-i inayet:
yardım ihsan
belirtisi.
kıymet:
değer.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kaza:
ilçe.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
levha-i müzeyyene ve mü-
nevvere:
süslü ve manevî
değeri olan nurlu levha.
mahbup:
sevimli, istenen.
mesafe:
uzaklık, uzunluk.
misafireten:
misafir olarak.
mukabil:
karşılık.
mübarek:
feyizli, bereketli.
münevver:
nurlanmış, nur-
1.
Habibullahtan (
ASM
) gelen her şey sevimlidir.