Barla Lâhikası - page 450

gibi çarklardan mürekkep olan bir cemaat-i mübareke
içinde en has ve en yüksek mertebeye kâtip tayin edildi-
ğine, o rüya beşaret verdiği gibi, biz de beşaret ediyoruz.
Saniyen:
Bu defa bize yazdığın Mu’cizat-ı Ahmediye
(
ASM
)
Risalesi çok harika düşmüş. Kim ona bakıyor; bir
zevk-i hakikî hisseder. Demek oluyor ki, manevî, halis,
samimî hisler, maddî nakışlar suretinde kendini hissetti-
riyor. Bu sırra ben muttali olduğum vakit, kardeşim Ga-
lib dahi aynı hisse iştirak etti. “Evet, bunun altında ma-
nevî tebessüm var” diye, senin hattını kendi hattına ter-
cihle mukabele etti. O yazdığın risale vasıtasıyla pek çok
insanlar imanlarını kuvvetleştiriyorlar; muhabbet-i Ah-
mediye
(
ASM
)
kalblerinde ziyadeleşiyor. İşaret-i gaybiye
hakkında şüpheleri kalmıyor. O sevap da senin defter-i
a’maline geçiyor. Kur’ân ve Resul-i Ekrem
(
ASM
)
kelime-
sinden başka, işaret ettiğin kelimat çok manidardır, hem
bir temeldir. O iki kelimenin mübarek tevafukuna bir
hüccettir. Hem gösteriyor ki, bütün o tevafukatı dahi ria-
yet etmeyen, o iki kelimenin tevafukuna kalem karıştıra-
maz. Zannediyoruz ki, o risalelerin hatt-ı hakikîsini sen
buldun veyahut yakınlaştın.
Salisen:
Mabeynimizde münasebet manevî, ruhî, haki-
kî olduğu için zaman ve mekân müdahale etmez. Der-
gâh-ı İlâhîye müteveccih olduğumuz vakit, günde belki
kaç defa, Hüsrev yanımda bir cihette hazır olmakla bera-
ber, senin o şirin yazıların, hususan On Dokuzuncu
beşaret:
müjde.
cemaat-i mübarek:
berektli de-
ğerli topluluk.
cihet:
yön, görüş açısı.
defter-i a’mal:
insanların işlediği
ve yaptığı şeylerin kaydedildiği
defter; amellerin defteri.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
dergâhı, kapısı, katı.
hakikî:
gerçek, sahici.
halis:
katışıksız, saf, duru.
hârika:
olağanüstü.
hatt:
yazı, el yazısı.
hatt-ı hakiki:
asıl yazılış.
hisse:
görüşe, duyguya.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüccet:
delil.
İşaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
lan açıklamalar.
iştirak:
ortaklık etme, katılma.
kâtip:
yazıcı.
mabeyn:
ara.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
manidar:
anlamlı, manalı, ma-
na taşıyan.
mekân:
yer, mahal.
mertebe:
derece.
muhabbet-i Ahmediye:
Hz.
Peygambere duyulan sevgi.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
muttali:
bir işten haberi olan,
bilgili, haberdar.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müdahale:
karışma.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
mürekkep:
den oluşmuş, -
den olma.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
Resul-i Ekrem:
çok cömert ve
kerim olan elçi.
riayet:
uyma, gözetme; saygı
gösterme.
risale:
konu, bölüm.
ruhî:
ruha ait, ruhla ilgili.
sır:
gizli hakikat.
Salisen:
üçüncü olarak.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
Saniyen:
ikinci olarak.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tayin:
vazifeye gönderme, bir
işe yerleştirme, atama.
tebessüm:
gülümseme.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
tevafukat:
uygunluk.
vasıta:
aracılık.
zevk-i hakikat:
gerçek zevk.
ziyade:
Artma, çoğalma.
| 450 | BARLA LÂHİKASI
1...,440,441,442,443,444,445,446,447,448,449 451,452,453,454,455,456,457,458,459,460,...720
Powered by FlippingBook