meraklı, endişeli bir tarzda benden istizah istiyorlar. On-
ları ve sizleri meraktan kurtarmak için o hâdiseyi iki kı-
sım olarak bir parça beyan edeceğim.
Bi r inc i k ı s ım:
Bu bize nispeten musibetli ve elîm
hâdiseyi Cenab-ı Hak inayet ve rahmetiyle başka surete
çeviriyor. Evet,
cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem de
lüzumsuz değil.
Bu hâdisenin bize karşıki vechi rahmet
görünüyor. Ehl-i dünyaya karşı vechi, cehennemin lüzu-
munu gösteriyor. Filhakika bu ramazan-ı şerifte hâdise-
nin sureti çok çirkindi. Fakat Gavs-ı Azamın dediği gibi,
inayet gözünün altında ve hıfzında olduğumuzdan çok ci-
hetlerle hakkımızda lemaat-ı rahmet göründü.
İ k inc i s i :
Bu ramazan-ı şerifte acz ü zaafı ve fakr u ih-
tiyacı tam hissedip Cenab-ı Hakka iltica etmek, bir suret-
te intibah ve heyecan ve şuur ve şiddet verdi. Ramazan-ı
şerifte şimdi okuduğum münacatların okunmasına bu hâ-
dise mühim bir kuvvet oldu. Zaten musibetler dergâh-ı İlâ-
hîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır. Her okudu-
ğum bir kelime ve dua da ve münacat da şuurlu ve şid-
detli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahabelerdeki iba-
detlerinin sırr-ı tefevvuku bu noktadandır. Tesbih ve zikri
bütün manasıyla şuurlu bir surette söyledikleridir.
(HAŞİYE)
Said Nursî
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 455 |
sırr-ı tefevvuk:
üstün olmanın sır-
rı, üstünlüğün sırrı.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sevk:
yöneltme.
suret:
tarz, yol, gidiş; usul, metot,
uslûp.
şiddet:
duygu ve davranışlardaki
aşırılık.
şuur:
bilinç; bir şeyin inceliklerini
iyice idrak etme, anlayış.
tarz:
üslûp, eda.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakk’ı şanına layık ifade-
lerle anma.
vechî:
yönü, yüzü.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme, Allah’ı anma.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cihet:
yön.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı, katı.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
fakr u ihtiyaç:
büyük yoksul-
luk, fakirlik.
filhakika:
hakikatte, esasında,
hakikaten, gerçekten, doğru-
su.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hıfz:
saklama, koruma, siya-
net, muhafaza.
hâdise:
olay.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istizah:
izahat isteme, bir işin
açık olarak bildirilmesini iste-
me, açıklama isteme.
kader:
takdir, kısmet, kudret,
İlâhî hüküm.
musibet:
felâket, belâ, ansızın
gelen belâ, dert, sıkıntı.
mühim:
düşündüren, düşün-
dürücü.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî huzu-
runda tazarru ve niyazda bu-
lunma.
nokta:
husus.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
ramazan-ı şerif:
şerefli rama-
zan ayı.
resmî:
çok ciddî, çok sert.
HAŞİYE:
Bu mektubun mütebakisi bir maksada binaen buradan kaldırıl-
mıştır.