zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir
şey yemediğini bizzat müşahede ettik.
(HAŞİYE)
Hem daimî hizmetinde olan bir arkadaş, Rüştü Efen-
di, üç okkası beş kuruşa satılan ufak balıklardan güzelce
kızartılmış üç tane getirmişti. Bunları Üstadımıza yedir-
mek için ısrar etti. Hem Rüştü Efendi’nin hatırını kırma-
mak, hem de balıkları sevdiği için yedi. O balık yüzün-
den beş saat mütemadiyen sancı çekti. Bu sancı başla-
dıktan üç saat sonra Rüştü Efendi’ye dedi ki: “Hüs-
rev’deki paramdan balığın fiyatını al!” Sancı devam edi-
yor. Dediği hâlde, balıkların fiyatını almadığı için, iki sa-
at daha devam ediyor. En nihayet dedi ki: “Aman para-
yı al, beni bu sancının verdiği azaptan kurtar.” Rüştü
Efendi balığın fiyatını aldığı dakika sancı birden bire ke-
sildi. Biz Üstadımızın hâlinden, vaziyetinden, bu acip hâ-
li aynen gördük.
HAŞİYE:
Üstadımız has hizmetçilerinden başka, hiç kimseyi ihtiyarı ile
kabul etmez, hatta daimî hizmetinde bulunan iki üçümüzün beraber bu-
lunduğunu istemez. Şimdiye kadar hizmet edenlerden maadasını, beş
on günde bir defa bile kabul etmez, geri gönderir. Eski zamanını düşü-
nüp, şimdi dahi siyasetle ve ahval-i âlemle münasebettar olduğunu te-
vehhüm edenlerin asılsız vehimlerini kat’î reddedecek şu hâlîdir ki: On
üç sene evvel günde belki dokuz gazete okurken, dokuz senedir, biz şa-
hadet ediyoruz ki, birtek gazeteyi bile ne okudu ve ne de okutturdu, ne
istedi ve ne de arzu ettirdi.
Münavebe ile yanında bulunan
Süleyman Rüştü
Münavebe ile yanında bulunan
Hüsrev
Münavebe ile yanında bulunan
Re'fet
Sekiz senelik bir arkadaşı
Bekir
Barla’da daimî hizmetkârı
Mustafa Çavuş
Sekiz senelik hizmetinde bulunan bir arkadaşı
Barlalı Süleyman
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahval-i âlem:
âlemin halleri,
durumları.
azap:
eziyet, işkence.
bizzat:
kendisi, şahsen.
daimî:
sürekli, devamlı.
hâl:
tavır, davranış, tutum.
has:
özel.
haşiye:
dipnot.
ihtiyâr:
seçme, tercih etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
maada:
başka, gayri, -den
başka.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
münavebe:
nöbetleşme, nö-
betle iş görme.
müstesna:
istisna olan, hariç.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nihayet:
en sonunda.
okka:
dört yüz dirhemden
oluşan bir ağırlık ölçüsü birimi,
1283 gram.
red:
kabul etmeme.
sancı:
ani gelip giden şiddetli
ağrı.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaziyet:
durum.
vehim:
yanlış ve esassız dü-
şünce.
| 482 | BARLA LÂHİKASI