eser olamaz) dediğimiz hâlde, ikincisini dinlediğimiz za-
man bakıyoruz ki, bu evvelkinden daha ulvî ve nurludur.
Ben de diyorum ki: Ey ihvan! Risale-i Nur’un bütün
cüzlerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnız birini dinlemeye,
okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tev-
fik verirse, imanını kurtaracak hakikatleri onda bulur.
Çünkü her cüz’ün diğerleri ile manen irtibatları vardır.
Okuyana ve dinleyenlere sırran diyorlar ki: Bu okuduğun
kitapta bizdeki hakikatlerin da uçları, kokuları, işaretleri
var. Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz-i
ihtiyârını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet
verir. Bulur ve bilebilirsin.
İhlâsa dair Yirminci, Yirmi Birinci Lem’alar: Yirminci
Lem’a muhtelif meslek ve meşrepte mü’minler arasında-
ki rekabetkârâne ihtilâfların esbabını öyle bir teşrihtir ki,
tavsif edebilmek için bu mübarek eseri aynen nakil eyle-
mekten başka çare yoktur. Allah cümlemizi muhlis kulla-
rından eylesin. Âmin...
En az on beş günde bir defa okunması emir buyurulan
Yirmi Birinci Lem’a: Evrat edinilecek kadar ehemmiyet-
lidir. Malûmdur ki, kale içinden feth olunur. Bu günkü
muvaffakıyete sebep olan ihlâs kalkarsa maazallah o za-
man çok vahim neticeler tevellüt eder. En büyük düşma-
nımız nefsimizdir. Onu susturmak için zannedersem şu
ihtar kâfidir. (Ey nefs-i nadan! Beni kandıramazsın. Ma-
dem ki, Peygamber-i Azîmü’l-Kadr bir Nebiyyullah olan
Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm:
azimü’ll-kadri:
kadri yüce değeri
yüksek.
cüz:
kısım, parça, bölük.
cüz-i ihtiyâr:
icattan mahrum,
hak kazanmaktan başka hiç bir
şeye gücü yetmeyen az bir arzu
serbestliği, cüz’i irade tercih hak-
kı.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
ehemmiyetli:
önemli.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
Evrat:
virtler, okunması âdet olan
dinî dualar.
fetih:
kuşatma, ele geçirme, zap-
tetme.
hakikat:
gerçek, doğru.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
karşılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı
görüş ve düşünüş, fikir ayrılığı.
ihvan:
kardeşler.
irtibat:
bağ, münasebet.
kâfî:
yeterli.
maazallah:
yegâne sığınılacak
Allah’tır.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
malûm:
şüphesiz, belli, evet.
manen:
mana bakımından,
manaca.
meslek:
gidiş, usül, tarz.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi
hiç bir karşılık beklemeden
sırf Allah rızası için yapan.
muhtelif:
farklı.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvaffakıyet:
galibiyet, ba-
şarı.
mü’min:
iman eden, inanan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
nebiyullah:
Allah’ın nebisi,
peygamberi.
nefs:
kulun kötü ve günah
olan hâl ve huyları, süflî arzu-
ları.
nefs-i nâdan:
haddini bilmez,
cahil nefis.
rekabetkârane:
rekabet ede-
ne yakışır şekilde, rakip ola-
rak, rekabet ederek.
sırran:
sır olarak, gizlice, gizli
olarak.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
tavsif:
vasıflandırma, mahiye-
tini ortaya koyma, niteleme.
teşrih:
açma, yayma, inceden
inceye didikleme.
tevellüt:
doğma, doğum.
tevfik:
başarı, muvaffakiyet.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
vahim:
ağır, sonu tehlikeli ve
korkulu, dehşet verici.
| 488 | BARLA LÂHİKASI