Mübarek iki ellerinizden öperim ve bayramınızı tebrik
ederim.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g»/
bÉn
Ñr
dn
G
Cahil ve âciz talebeniz
Hacı Osman
ì®í
Œ
239
œ
[Ahiret hemşerilerimizden ve Risale-i Nur
Talebelerinden Müzeyyene’nin fıkrasıdır.]
Muhterem Üstadım!
Şu fânî dünyanın elemlerine gark olan gözlerim, sizin
feyizli, nurlu Sözlerinize ve tesirli ve şifalı risalelerinize,
can u gönülden merbut oldukça ve okudukça, risaleleri-
niz ne kadar büyük bir mürşit olduğunu hiçbir şeyle tarif
edemem.
Evet şu dünyaya, şu zamana çöken zulmet ve gaflet
perdelerini Sözleriniz yırtıyorlar, parçalayıp o zulmeti ve
gafleti dağıtıyorlar. Hangi akıl var ki, hakikat perdesini
görüp de, o hakikat perdesinde nur-i hakikat parlarken,
onlara gözünü yumup, zulmet perdesine atılmış olsun.
Ben de inşaallah zulmete atılmam. Artık güçlükle bahti-
yar olup da tekrar bedbaht olamam.
Üstadım, ben sair kardeşlerim gibi sizden bizzat ders
almaktan mahrumum. Fakat haftada veya bir ayda, âlî
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cahil:
bilgisiz, bilmeyen, ha-
bersiz.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fânî:
ölümlü, geçici.
feyiz:
ilim, irfan.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
gark:
boğma, boğulma.
hakikat:
gerçek, doğru.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
mahrum:
bahtsız, nasipsiz.
merbut:
bağlı, rabtedilmiş.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
nur-i hakikat:
hakikat nuru,
gerçeğin aydınlığı.
risale:
kitap, eser.
sâir:
diğer, başka, öteki.
şifalı:
iyileştirici, faydalı.
talebe:
öğrenci.
tarif:
bir kavramı kelimelerle
ifade etme.
tesir:
etki.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
1.
Bâkî olan ancak Allah'tır.
| 492 | BARLA LÂHİKASI