Barla Lâhikası - page 499

acip sahradaki hareket ve sülûk, bazen pek ince ehe-
mmiyetsiz görünen bir şeyde mühim istifadeler edilir.
Onun için zahir nazarda malâyanî zannedilen bazı mese-
lelerde fazla takip ediyorum. Ve ziyade nazar-ı dikkatini-
zi celp ediyorum. Ezcümle, Onuncu Sözdeki
elif
tevafu-
katı, mühim bir mesele gibi nazar-ı dikkatinize gösteriyo-
rum. Bunun sırrı şudur ki:
Bir iltifat-ı hassaya gizliden gizliye bir işaret bulundu-
ğunu kat’î hissettiğim için, ihtiyârsız olarak, kemal-i sü-
rur ve ferahımdan taşkıncasına bağırarak, “Aman geli-
niz, siz de görünüz!” diyorum. Evet, nasıl ki bir padişa-
hın has bir edna işaretine mazhar olmak, kanun-i umu-
mî ile bir müşiriyet teveccühünden fazla medar-ı sürur-
dur; öyle de, Hâlık-ı Zülcelâl’in hususî iltifatını ima eden
en gizli bir işarete, yüz bin can olsa ve feda edilse ve yüz
bin sene ömür var ise, o yolda sarf edilse yine ucuzdur.
İşte bu sırdan gelen sürurun verdiği cezbekârâne taş-
kınlıkla, dikkatsizlere malâyanî ve israf sayılan böyle te-
vafukata dair bahisler açıyorum. İşte bir bahis daha aça-
cağım:
Onuncu Söz, Kur’ân’ın bir sülüsünü inkâr etmek niye-
tiyle haşr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek
fikrinde bulunan zındıkları susturmakla harika bir şule-i
i’caz-ı Kur’ânîyi gösterdiği gibi, daha müteaddit emare-
lerle manevî i’caz-ı Kur’ân hesabına fevkalâde bir mahi-
yeti bulunduğunu icmalen hissetmiştik. Ve şimdi yeniden
tekrar Onuncu Söze nazar-ı dikkat-i ammeyi celp etmek
için ihtiyârsız olarak onunla meşgul edildim ve baktım.
BARLA LÂHİKASI | 499 |
kemal-i sürur:
tam bir sevinç,
mutluluk.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, nite-
liği.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medar-ı sürur:
sevinç ve neşe ve-
silesi, sebebi.
mesele:
konu.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müşiriyet:
müşirlik, mareşallik, en
yüksek askeri rütbe.
müteaddit:
çeşitli.
nazar:
göz atma, bakma, bakış.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nazar-ı dikkat-i amme:
toplu-
mun genel bakışı.
resmen:
kesin olarak, açık olarak,
açıkça.
sır:
gizli hakikat.
sahra:
geniş ve susuz arazi, çöl.
sarf:
harcama, masraf etme, gider.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tut-
ma.
sülüs:
üçte bir.
sürur:
mutluluk, sevinç.
şule-i İ’caz-ı kur’ânî:
Kur’ân’ın
mu’cizesinin bir parıltısı.
tevafukat:
uygunluk.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
zındık:
Allah’a ve ahirete inanma-
yan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
zahir:
görünen, görünücü.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
bahis:
bahs, konu yapma, an-
latım.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cezbekârâne:
cezbeye gel-
mişçesine, Allah’ın sevgisin-
den kendinden geçer bir hale
gelerek.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
edna:
az, pek az.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
fedâ:
uğruna verme.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
sevinme.
fevkalâde:
olağanüstü.
Hâlık-ı Zülcelâl:
Sonsuz bü-
yüklük sahibi yaratıcı, Allah.
hârika:
olağanüstü.
haşr-i cismanî:
cisimle, ceset-
le dirilme, ruhla beraber be-
denlerin ve vücutların haşri.
hususî:
özel.
i’caz-ı Kur’an:
Kur’an’ın muci-
zeliği, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
icmalen:
kısaltarak, kısaca,
özetle.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü
çevirip bakma.
imâ:
işaret.
inkâr:
reddetme, tanımama,
kabul ve tasdik etmeme,
inanmama.
israf:
gereğinden fazla.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kanun-ı umumî:
genel kanun.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
1...,489,490,491,492,493,494,495,496,497,498 500,501,502,503,504,505,506,507,508,509,...720
Powered by FlippingBook