Barla Lâhikası - page 505

[Bu kısım Yirmi Altıncı Mektubun Dördüncü
Mebhasındaki Dört Meseleden Birincisinin
Saniyen kısmının sonuna ektir.]
San i yen:
(1)
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
dG u
Ün
Q
tabirinden sonra
(2)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG t
Ün
Q
zikri, icmalden tafsile geçmektir. Nasıl ki: Memleket-i İs-
lâmiye hâkimi, tabirinden sonra; Anadolu, Asya ve Afri-
ka hâkimi tabiri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir.
Öyle de rububiyet-i mutlakadan sonra, haşmet-i rubu-
biyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, şimdilik sualine
tam cevap veremiyorum. Ona bedel Kur’ân i’cazına ait
iki küçük nükteyi söyleyeceğim.
Sen şu iki nükteyi On Dokuzuncu Mektubun Beşinci
Cüz’ünün On Sekizinci İşaretinin Birinci Nüktesinin ahi-
rine haşiye olarak ilâve ediniz.
İşte Birinci Nükte:
[
Mektubat’
ın 313’üncü sahifesindeki HAŞİYE
2’dir, şu kısım ona ektir.]
Şu üç hakikate mukabil, gelecek hangi hakikat var?
Kimin haddine düşmüş ki, bunları taklit etsin. Evet, nasıl
ki bu tarz-ı ifade sun’î olamaz; öyle de taklit edilmez.
Evet, kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden
tecavüz edip, Hâlık-ı Kâinat’ı bu suretle konuştursun.
İkinci Nükte:
Kur’ân-ı Hakîm’in umum sahifeleri
ahirinde ayetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile ni-
hayetleri hitam bulması, hem Lâfzullah yaprağın iki sa-
hifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın
BARLA LÂHİKASI | 505 |
mufassal:
tafsilâtlı olarak açıkla-
nan, uzun uzadıya açıklanıp anla-
tılan, ayrıntılı, detaylı.
mufassalan:
tafsilâtlı olarak, ay-
rıntılı biçimde, geniş ve izahlı şe-
kilde, etraflıca.
mukabil:
karşı, karşılık, muâdil.
nihayet:
son.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rububiyet-i mutlaka:
mutlaka
terbiye edicilik, Cenab-ı Hakk’ın
her şeyi kuşatan ve emri altında
tutan kayıtsız, şartsız terbiye edi-
ciliği.
saniyen:
ikinci olarak.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabir:
ifade, söz.
tafsil:
etraflıca bildirme, ayrıntılı
anlatma.
taklit:
benzetme, bir şeyin sahte-
sini yapma.
tarz-ı ifade:
ifade tarzı, söyleyiş,
anlatış şekli.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve ha-
rekette ileri gitme.
umum:
bütün.
zikr:
bildirme, bildirilme.
ahir:
son.
bedel:
karşılık.
cüz:
kısım, parça.
had:
kapasite, sınır, hudut.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim:
hükmeden.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
haşiye:
dipnot.
haşmet-i rububiyet:
Rablığın,
idare ve terbiye ediciliğin haş-
meti, heybeti, büyüklüğü.
haşmet-i saltanat:
saltanatı-
nın haşmeti, ihtişamı, göz ka-
maştıran güzelliği.
hitam:
son, nihayet.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
icmal:
kısa anlatma, özetle-
me, ayrıntılara girmeme.
kâfiye:
şiirde mısra sonunda
yer alan kelimelerin ses ben-
zerliği, ses uyuşması, uyak.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
Lâfzullah:
Allah lâfzı.
mebhas:
bab, fasıl, konu, bö-
lüm.
mesele:
konu.
1.
Âlemlerin Rabbi.
2.
Göklerin ve yerin Rabbi.
1...,495,496,497,498,499,500,501,502,503,504 506,507,508,509,510,511,512,513,514,515,...720
Powered by FlippingBook