Onuncu Sözün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid
yazıyor. Abdülmecid’in ona verdiği cevaplar, iki yer
müstesna, mütebakisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o za-
tın sathî sualine, sathî olarak cevap vermiş:
Birincisi:
O zat demiş ki: "Onuncu Sözün hakikatları
münkirlere karşı değil. Çünkü sıfât ve esma-i İlâhiyeye
bina edilmiş," Abdülmecid cevabında diyor ki: "Münkir-
leri hakikatlerden evvelki dört işaretle imana getirmiş, ik-
rar ettirmiş, Sonra hakikatleri dinlettiriyor" mealinde ce-
vap vermiş.
Hakikî cevabı şudur ki: Her bir Hakikat, üç şeyi birden
ispat ediyor; hem Vacibü’l-Vücud’un vücudunu, hem es-
ma ve sıfâtını sonra haşri onlara bina edip ispat ediyor.
En muannit münkirden, tâ en halis bir mü’mine kadar
herkes, her Hakikatten hissesini alabilir. Çünkü, Haki-
katlerde, mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.
Der ki: Bunlarda muntazam ef’al var, muntazam fiil
ise failsiz olmaz. Öyle ise bir faili var. İntizam ve mizan
ile o fail iş gördüğü için hakîm ve adil olmak lâzım gelir.
Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş
görüyor, hukukları zayi etmez. Öyle ise bir mecma-ı ek-
ber, bir mahkeme-i kübra olacak.
İşte Hakikatler, bu tarzda işe girişmişler. Mücmel oldu-
ğu için üç davayı birden ispat ediyorlar. Sathî nazar fark
edemiyor. Zaten o mücmel Hakikatlerin her birisi, baş-
ka Risaleler ve Sözlerde kemal-i izah ile tafsil edilmiş.
abes:
lüzumsuz ve gayesiz iş.
adalet:
kanun ve düzen hakimi-
yeti.
âdil:
adaletli olan, doğruluk göste-
ren.
asar:
eserler, izler, nişanlar.
binâ:
kurma, dayandırma.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ef’al:
fiiller, işler.
esmâ:
adlar, isimler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
fiil:
iş, hareket.
hakikat:
asıl, esas, gerçek, doğru.
hâkim:
hükmeden.
halis:
her amelini, yalnız Allah rı-
zası için işleyen.
haşr:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hisse:
pay, nasip, kısmet.
hukûk:
haklar.
ikrar:
tasdik ve kabul etme, doğ-
rulama.
İntizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kâfî:
yeterli.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra
bütün insanların diriltilerek Al-
lah huzurunda hesaba çekile-
ceği mahkeme.
meal:
anlam, mana, mefhum,
mazmun, kavram.
mecma-ı ekber:
en büyük
toplanma yeri, mahşer; ahiret.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar.
mizan:
ölçü.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
mü’mine:
iman etmiş olan
kadın veya kız, mü’min kadın.
mücmel:
öz olarak anlatılmış,
kısa ve az sözle ifade edilmiş,
öz, özet.
münkir:
inkâr eden, kabul et-
meyen.
müstesna:
ayrı tutularak, ha-
riç, ayrık.
mütebaki:
geri kalan kısım.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
Risale:
kitap, eser.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, va-
sıf.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sual:
soru.
tafsil:
etraflıca bildirme, ayrın-
tılı anlatma.
tarz:
biçim, şekil.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zayi:
elden çıkmış, zarar, zi-
yan.
| 512 | BARLA LÂHİKASI