tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye
yetişmezler. Çünkü Sözlerdeki o nevi tevafukat, o dere-
ceye gelmiş ki, dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki, be-
şerin düşünüşü değil ve ihtiyârı ile de olmamıştır. Belki
nakşî bir nevi Kur’ân i’cazının, gölgesinin gölgesi, kendi
tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ı İlâhî suretinde te-
messül ediyor.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g! o
ór
ªn
ër
dn
G
ì®í
âyine:
ayna.
beşer:
insan, insanlık.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram
ve ihsanı.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
nakış:
işleme, süsleme.
nevi:
çeşit.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
tevafukat:
uygunluk.
vafukat:
uygunluk.
| 510 | BARLA LÂHİKASI
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)