elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı
Rabbaniye vardır.
İşte, semavat ve arzın Rabbi, o Şemsü’ş-Şümus ve
Şi’ra’nın Hâlık’ı hitap ettiği vakit, o semavat ve arzın ec-
ramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamla-
rı zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.
Madem eyyamın lisan-ı şer’îde böyle ıtlâkatı vardır; il-
mü’t-tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ule-
masınca, nev-i beşerin yedi bin sene değil, belki yüz bin-
ler sene geçirdiğini teslim de etsek, “Âdem’den kıyame-
te kadar ömr-i beşer yedi bin senedir”
(1)
olan rivayet-i
meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz
altmış altı sene nur-i Kur’ân hükümferma olduğuna mü-
nafi olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin
dört saatten, elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var.
Fakat nefsü’l-emirdeki eyyamın hakikati, o rivayet meş-
hurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inki-
şaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.
Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir
müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:
Şu dünyanın bir ömrü, ve şu dünyadaki küre-i arzın
dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan
nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde
üç nevi mahlûkatın ömürleri, saatin içindeki dakika, sa-
niye, saatleri sayan çarkların nispeti gibidir. Nev-i insanın
ömrü küre-i arzın iki hareketiyle hâsıl olan malûm eyyam
ile olduğu gibi, zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zaman-
dan itibaren, küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı
âlem:
gökyüzünde görünen veya
görünmeyen gök cisimleri, yıldız-
lar.
arz:
yer, dünya.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cerh:
reddetme, iptal etme.
çark:
bir eksenin döndürdüğü te-
kerlek biçimindeki makine parça-
sı.
delil:
iz, nişan, emare.
ecram:
kütleler, cansız cisimler;
gezegenler.
eyyam:
devir, zaman; günler.
eyyam-ı Rabbaniye:
yüce yaratı-
cı olan Rabbimizin ifade
buyurduğu günler.
eyyam-ı şer’iye:
din günleri,
Kur’ân’da tarif edilen gün ölçüsü.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
hükümferma:
hükümran, hüküm
süren.
ilmü’t-tabakatü’l-arz:
arzın taba-
kalarından bahseden ilim, jeoloji.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
itibaren:
den beri, ...den başlaya-
rak, itibar ederek.
itlâ:
başkasının üzerine bırakma.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lisan-ı şer’î:
şer’î lisan, dinî tabir,
dinî literatür.
madem:
çünkü, için, değil mi ki,
...den dolayı, böyle ise, hele.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
merkez-i irtibat:
bağlantı
merkezi.
mesele:
konu.
mihver:
eksen, yörünge.
müddea:
iddia edilen şey, tez,
sav.
münafi:
zıt, aykırı.
münasip:
uygun.
nefsü’l-emir:
işin hakikati, as-
lı.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
nevi:
çeşit.
nur-i Kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in
nuru, aydınlığı, ışığı.
ömr-i beşer:
insan ömrü, in-
san hayatı.
Rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme.
sıhhat:
sahihlik, doğruluk, ger-
çeklik.
sır:
gizli hakikat.
semavat:
semalar, gökler.
Şi’râ:
iki yıldızın adı.
şümul:
içine alma, kaplama,
ihata etme, havi olma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
yevm:
gün.
zîhayat:
hayat sahibi.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Münavî, Feyzü’l-Kadir, 3:547, hadis no: 4278.
| 520 | BARLA LÂHİKASI