bulunmuş, biz hayret ettik, anladık ki o kısımda Kur’ân’a
dair niyetimiz, tam haktır ve lâzımdır ki, böyle olmuştur.
Hem Mu’cizat-ı Ahmediyedeki tevafukata bir sened-i
kat’î olarak iki parça (o Mektuptan 4’üncü, 5’inci cüzle-
rini) gönderdim.
O iki parça o risalenin telifinin akîbinde, acemi bir
müstensih müsvedde-i aslîden acele yazdığı, hatta salâ-
vatları
(
ASM
)
işaretiyle geçtiği hâlde, iki sene sonra tetkik
ettik, ümidimiz fevkinde acip bir tevafuk gördük.
Sonra, ondan daha acemi bir müstensihe dedim: “Re-
sul-i Ekrem
(
ASM
)
kelimesiyle, Kur’ân kelimesini kırmızı
yaz, aynen o nüshayı istinsah et!” Hâlbuki, ikinci müs-
tensih çok acemi idi. Evvelki müstensihin nüshasındaki
tevafuku kısmen bozmuş, şuuru taallûk ettiği için letafe-
tini ihlâl etmiş. Fakat yine tevafukata bir hüccet olur, siz
de güzelce kendinize tebyiz ediniz. O müsvedde-i ulânın
bir sureti ya sende veya Abdülmecid’de mahfuz kalsın.
Felillâhilhamd, şimdi Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın iki yüz
ecza-i i’cazından bir cüz’ünü göze gösterecek, birkaç
Kur’ân’ı yazdırıyoruz. Birisi tamam oluyor. İçinde (2806)
lâfza-i Celâl’den, yüzde bir müstesna, umumen tevafuku,
gaybî tarzında görünüyor. Lâfzullahı kırmızı ile yazdırdık.
Gören, “Kur’ân’ın i’cazını gözümle görebiliyorum” diye-
bilir. İnşaallah bu cüz’î i’caz, hatt-ı Kur’ânîyi muhafaza
edecek, tahriften kurtaracak.
BARLA LÂHİKASI | 515 |
lâfza-i Celâl:
Allah lâfzı, kelimesi.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
lâzım:
gerek, gerekli, lüzumlu.
letafet:
güzellik.
mahfuz:
hıfz olunmuş, korunmuş.
muhafaza:
koruma.
müstensih:
istinsah eden, bir ya-
zının kopyasını çıkarıp çoğaltan.
müstesna:
istisna olan, kaide dışı.
müsvedde-i ûlâ:
ilk karalama,
taslak, müsvedde.
niyet:
maksat, meram.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
Resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
risale:
konu, bölüm.
salâvat:
Hz. Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selam
etme.
suret:
nüsha, kopya.
şuur:
bilinç.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
tahrif:
değiştirme, bozma.
telif:
eser yazma.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
tevafukat:
uygunluklar, birbirine
denk gelmeler.
umumen:
umumî olarak, bütün
olarak.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
akabinde:
arkası sıra, peşi sı-
ra, peşinden.
cüz:
kısım, parça.
cüz:
parça.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
felillahilhamd:
Allah’a ham-
dolsun.
fevkinde:
üstünde.
gaybî:
görünmeyen.
hatt-ı Kur’ânî:
Kur’ân hattı,
yazısı.
hüccet:
delil, şahit.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istinsah:
nüshasını yazma, ör-
neğini çıkarma, kopya etme.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerleri-
ni yapmaktan aciz bırakan
Kur’ân.