Barla Lâhikası - page 509

emaredir. Ve bu emare de remz eder ki, yazılan hakikat-
ler kusursuzdur. Hak bir surette gösterilmiştir.
Ama sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesa-
düfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı
gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesa-
düfe havale edilemez. Ve verilmesine imkân verilmiyor.
Hatta en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki, bir ri-
salenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki, tesa-
düf karışamaz. Haddi değildir. Çünkü misil olarak iki-üç
kelime bulunur. Birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, za-
hiren bir kastı irae ediyor.
Meselâ: Şimdi bakıyoruz, şu sahifede yaş lâfzı, üç de-
fa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor
ki, şüphe bırakmaz ki bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi
baktığımız şu sahifede, yalnız altı hüzün kelimesi var. O
altı hüzün, üç satırda öyle lâtif iki kavisi teşkil etmiş ki,
neş’eli bir hüznü görene verir.
Hem işaret-i gaybiye olmak için başka hiçbir kitapta
bulunmamak lâzım gelmez. Meselâ: Nasıl ki, belâgat-i
Kur’âniye derece-i i’caza vâsıl olduğu için, bir Mu’cize-i
Risalet olduğu hâlde, sair ehl-i belâgatin umum kitapla-
rında, derecatlarına göre belâgat vardır. onlarda belâgat
bulunması, i’caz-ı Kur’ân’a münafi olamaz.
Öyle de i’caz-ı Kur’ân’ın yüzer kısmından, bir kısmının
cilvesi, bir nevi ikram-ı İlâhî nev’inde, Kur’ân’ın bir nevi
tefsiri olan Sözlerde, hakaik-ı Kur’âniyenin hüsn-i intiza-
mına işareten görünüp tecelli etmesine, sair kitaplarda,
BARLA LÂHİKASI | 509 |
Mu’cize-i Risalet:
Peygamberlik
mu’cizesi.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münafi:
zıt, aykırı.
müstensih:
istinsah eden, bir ya-
zının kopyasını çıkarıp çoğaltan.
nev:
cins.
nevi:
çeşit.
remz:
bir manayı ifade eden işa-
ret ve şekil.
risale:
konu, bölüm.
sahife:
sayfa.
sâir:
diğer, başka, öteki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şuur:
bilinç.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tanzim-i gaybî:
biz bilmeden ve
irademiz dahîlinde olmayan
düzenleme, tanzim.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tefsîr:
açıklama, izah.
tekerrür:
tekrarlanma.
tesadüf:
rastlantı.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tevafukat:
uygunluk.
tevafukat-ı gaybiye:
gaybî ve
manevî bir inayetle yapılan, hiz-
metlere akseden yardımlar, görü-
len kolaylıklar.
umum:
bütün.
vasıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
vaziyet:
durum.
zahiren:
görünüşte.
zat:
kişi, şahıs, fert.
belâgat:
bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
belâgat-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait belâgat, Kur’ân’ın kendine
has olan belâgatı.
cilve:
tecelli, görüntü.
derecat:
dereceler, kademe-
ler, mertebeler.
derece-i i’caz:
mu’cizelik de-
recesi.
ehl-i belâgat:
güzel, kusursuz
söz söyleyenler, edipler, ede-
biyatçılar.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçek-
ler.
hakikat:
gerçek, doğru.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hüsn-i intizam:
düzgün oluş-
taki güzellik.
hüzn:
keder, tasa, gam.
İ’caz-ı Kur’an:
Kur’an’ın muci-
zeliği, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram
ve ihsanı.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
irae:
gösterme.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yo-
lu ile yapılan açıklamalar.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kast:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
lâzım:
gerkli, lüzumlu.
meselâ:
misal olarak, şunun
gibi, söz gelişi, faraza.
misil:
benzer, eş, nazır, tıpkısı.
1...,499,500,501,502,503,504,505,506,507,508 510,511,512,513,514,515,516,517,518,519,...720
Powered by FlippingBook