Bilahare, Yirmi İkinci Mektubu verdiniz yazdım. Bir-iki
defa arkadaşlarımla okudum. Âciz talebenizin maddî ve
manevî On Beş yaşından beri, mazide birikmiş olan küf-
lü yaralarını tedavi etti.
Elhamdülillâh
. Bunun üzerine bir
rüya gördüm. Rüya budur:
Menamda, kıbleye karşı bir vilâyete gittim. O vilâyette
gezerken, iki büyük acip fabrikaya rast geldim. Bu fabri-
kalar, dünyadaki fabrikalara benzemiyor ve hem de, bu
fabrikalar insanın sağ cenahına geliyor. İkisinin de sahip-
leri yok. İçerisine girdim; fabrikanın biri büyük, biri kü-
çük. Bu küçük fabrikayı ben idare ederim diye, ona sa-
hip oldum…
Bunun üzerine bir rüya daha gördüm: Kıbleye karşı
uzun bir kışla ve kışlanın içinde büyük bir fırın var. Ben
de o fırının dairesindeyim ve ayak üzreyim. Karşımda,
gençlerden ehl-i takva Süleyman isminde bir genç vardı.
Ve sağ tarafımda, yine gençten, İsmail isminde birisi var-
dı. Buna binaen, alettahmin yüz kadar gençler, o fırının
dairesinde sağımda ve solumda ayak üzere idiler. Hayret
ettim. Bunun üzerine bir zat geldi, gençlerin önüne ufa-
cık bir mendil serdi. O mendil üzerinden, dört köşe haş-
haşlı ekmeği gençlere birer birer dağıttı. Bilahare, o men-
dilin içinden bir avuç da kuru üzüm dağıttı. Bakıyorum; o
mendilden üzüm ve ekmek tükenmiyordu. Hayret ettim.
Bana denildi ki, bu mübarek zat, Said Nursî’dir. Ben de
anladım ki, bu harika iş aktaplarda bulunur dedim, uyan-
dım.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
aktap:
kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyanın başı olan
en büyük velî.
alettahmin:
tahminen, tah-
minî olarak, zan ve kıyas üze-
re.
bilâhere:
sonra, sonradan,
sonraları.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cenah:
kanat, taraf, kısım.
ehl-i takva:
dindar dinin ya-
şayan.
Elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
hârika:
olağanüstü.
idare:
bir işi yürütme, çekip
çevirme.
kıble:
güney yönü, cenup.
kışla:
ask. askerlerin topluca
barındığı büyük yapı; askerî
birliklere ait bina.
küf:
organik maddeler üze-
rinde nemden dolayı oluşan,
küçük, pamuk gibi ve çoğun-
lukla yeşil renkte mantar ta-
bakası.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazi:
geçmiş zaman.
menam:
rüya, düş.
mendil:
küçük havlu, peçete.
talebe:
öğrenci.
tedâvî:
hastalığı iyileştirme
için yapılan bakım.
vilayet:
il, şehir.
| 234 | BARLA LÂHİKASI