bilgilerimi takviye ettiniz. Mütalâalardan, musahabelerden
ve va’z ü nasihatlerden, muhtelif meslek ve meşrep erba-
bıyla hasbihallerden edindiğim bazı noksan kanaatleri tas-
hih ile sağlamlandırdınız. Allahü Zülcelâl Hazretleri dün-
yevî ve uhrevî bütün matlûp ve maksudunuzu ihsan, bil-
hassa ümmet-i merhume-i Muhammediye (
ASM
) hakkın-
daki dualarınızı dergâh-ı ulûhiyetinde kabul buyursun.
Hakikaten, Kur’ân’a, imana hizmetten başka bir şey
düşünmeyen aziz ve muhterem Üstadımızı bu ümmete
bağışlasın ve rıza-i İlâhîsine nail buyursun. Âmin.
(1)
p
Ú/
Ño
ªr
dG p
?Én
ep
G p
án
er
ôo
ëp
Hn
h p
Ú/
Ño
ªr
dG p
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
án
er
ôo
ëp
H
Bu nurlu mektubu okuduğum zevatın hepsi, muhtevi-
yatını takdir ve tasdik ettiler ve eminim ki, çok istifade
ettiler.
Aziz, Müşfik Üstadım!
Allah için size muhabbet
eden bu âciz talebenizi, her vesile ile ikaz ve irşada çalışı-
yorsunuz. Manevî çok yüksek dersler veriyorsunuz. Fakat
maddeten ve manen yakınınızda, şeref-i sohbetinizle mü-
şerref ve hizmet-i Kur’ân’a tevfîk-i İlâhî ile çok emekleri
geçen, cidden çok muhterem ve çok kıymetli kardeşlerim
gibi feyz alamıyorum. Bunu da isyan ve kusurumun faz-
lalığından ve muhitin, hâdisatın beni daima nurlarla
iştigale mâni oluşundan ve çok zaman, nefsimin, cin ve
ins ve şeytanların hücumundan biliyor ve bu sebeple
bedbahtlığımı hissediyorum. Gerçi mazhar olduğum ve
–yüz bin kere yazık ki– şükrünü yerine getiremediğim
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
aziz:
değerli.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
dergâh-ı ulûhiyet:
Allah’ın huzu-
ru.
dünyevî:
dünyaya ait.
emin:
müsterih, rahat.
feyz:
bolluk, bereket; ilim, irfan,
manevî gıda.
gerçi:
her ne kadar...
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hasbihal:
halleşme; görüşüp ko-
nuşma, sohbet.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ikaz:
uyarı.
İmam-ı Mübin:
kader defteri;
geçmiş ve gelecekte eşyanın ala-
cakları sanatlı ve düzenli hallerin
yazıldığı, programlandığı ilim def-
teri.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
kanaat:
görüş, fikir.
Kur’ân-ı Mübin:
hak ve hakikati
açıklayan Kur’ân.
maddeten:
maddî olarak.
maksut:
istenilen şey, istek, arzu,
gaye.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
fikrî, hissî.
mâni:
engel.
matlup:
talep edilen, istenilen
şey.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
meslek:
gidiş, usül, tarz.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
muhit:
yöre, dolay, çevre.
muhtelif:
farklı.
muhteviyât:
içindekiler.
musâhabe:
sohbet etme, söyleş-
me, görüşme.
müşerref:
şerefli, yüce.
müşfik:
şefkatli, merhametli, sev-
gi ve ilgi gösteren.
mütalâa:
okuma, dikkatli okuma.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
rıza-yı İlâhî:
Allah’ın rızası,
hoşnutluğu.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
takviye:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tevfik-ı İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
insanı doğru yola lütfu ile
sevk etmesi, başarılı kılması.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
ümmet:
nesil, millet.
ümmet-i merhume muha-
mediye:
ölmüş ümmet; acı-
nacak hale gelmiş, acınası
ümmet; Müslümanlar, İslâm
milleti.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
va’z ü nasihat:
insanlara doğ-
ru yolu göstermek için nasi-
hatta bulunmak.
vesile:
bahane, sebep.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimse-
ler.
1.
Geçmiş ve geleceğe ait her şeyin İlahi ilimle takdir edildiği İmam-ı Mübin hürmetine ve hak
ve hakikati açıklayan Kur'ân-ı Mübin hürmetine kabul buyur Allah'ım.
| 224 | BARLA LÂHİKASI