Hazret-i Mevlâna’nın üfürdüğü neyden tuğyan ve feyezan
eden, Hazret-i Ali’nin (Kerremellahu Veçhehu) kuyuya
söylediği esrar-ı hakikatten başka nedir? Farkı nerededir
ki, o ney, o kuyuda hâsıl olan kamıştandır...
Kariham dar, kalemim âciz kalbime tercüman olamı-
yor. Şu kadar diyebilirim ki; benim gibi fakir ve müptedi-
lere büyük ve pek büyük bir ders, bir mürşid ve mutma-
inneye erişmiş ve daha yukarı çıkmış safilere bir düstur
ve ders-i ibrettir. Kıymet takdir edilmez bir şaheser-i tari-
kattır, bir nur-i hakikatfeşan, bir gülistandır. Daha doğru-
su, sırf bir ilham-ı Rabbanîdir. Cenab-ı Lemyezel Hazret-
leri siz Üstadımı, bu ve bunun emsali âsâr-ı bergüzide te-
lifinde, envar ve hakikatler neşr ve dellâllığında çok za-
manlar daim ve kaim buyursun. Ve siz Üstadımı, sizi se-
venlerin ve dellâllığında bulunduğunuz nidalarınızı işitmek
ve dinlemek, okuyup yazmak, mucibince hareket ve amel
etmek heves ve iştiyakında bulunan kardeşlerimin başın-
dan eksik buyurmasın. Âmin, bihürmeti Seyyidü’l-Mürse-
lîn.
Asım
(
RH
)
ì®í
Œ
125
œ
[Re’fet Bey’in fıkrasıdır.]
Muhterem Üstadım!
Bu remizler, öyle hayret-bahş ve harikanüma eser-
lerdir ki, okuyan ilim âşıklarına ezvak-ı namütenahi ve
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
amel:
uygulama, meydana çıkar-
ma.
asar-ı bergüzide:
yüksek değer-
deki eserler, değeri yüksek olan
eserler.
Bihürmeti seyyidü’l-mürselin:
peygamberlerin efendisi hürme-
tine.
Cenab-ı Lemyezel:
sonsuza ka-
dar var olan, zeval bulmayacak
olan, şeref ve azamet sahibi olan
Cenab-ı Hak.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
ders-i ibret:
ibret dersi, göz ve fi-
kir açacak hâdise.
düstur:
esaslı kaide.
emsal:
eş, benzer.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
ezvak-ı namütenahi:
sonsuz
zevkler.
feyezân:
bolluk, fazlalık, feyiz.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gülistan:
gül bahçesi, gül tarlası.
hakikat:
gerçek, doğru.
harikanüma:
şaşırtan.
hâsıl:
peyda olan, çıkan, meyda-
na gelen, ortaya çıkan, beliren.
hayretbahş:
hayret veren, şaşır-
tan.
heves:
bir şeye karşı duyulan is-
tek, arzu.
ilham-ı Rabbani:
Rab Allah
tarafından kalbe indirilen il-
ham.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kâim:
bir işte sebat eden.
kariha:
fikir kuvveti, düşünce
kabiliyeti, zekâ.
kerremellahü vechehü:
yö-
nünü mükerrem kılsın. Hz.
Ali’nin çocukluğundan beri
hiç putlara ibadet ve secde
etmediği için onun ismi anıl-
dığında söylenir.
kıymet:
değer.
mucip:
icap eden, uyan, gere-
ken, gerektiren.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
müptedi:
yeni başlayan, ace-
mi, daha işin başında olan.
mürşit:
gafletten uyandıran.
mutmain:
gönlü hoş, içi ra-
hat, emin, şüphesi olmayan,
zihnini bir şeye yatırıp rahat-
lamış.
neşr:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
ney:
kamış.
nida:
ses, seslenme, çağırma.
nur-i hakikatfeşan:
gerçek
nurları saan, serpen.
remiz:
işaret; istediğini işaret-
le ifade etme, ima.
sâfî:
sadece, yalnız.
takdir:
kıymet verme, değer
biçme.
telif:
eser yazma.
tercüman:
ifade eden.
tuğyan:
taşkınlık, çoşkunluk,
taşma, coşma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
| 218 | BARLA LÂHİKASI