(1)
r
ºo
µ o
ëj
/
Q n
Ön
gr
òn
JGn
h Gƒo
?°n
ûr
Ø`n
à`n
a ƒo
Yn
RÉn
æn
J n
’n
h
işaret ettiği gibi, te-
sanüt bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ay-
rı ayrı yazılsa, kıymeti üçtür. Tesanüd-i adedî ile içtima
etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi; sizin gibi üç-dört
hadim-i hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mal olmamak cihe-
tiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır.
Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar
edecek bir tesanütle, birbirinin aynı olmak derecede bir
tefânî sırrıyla hareket etseler, o dört adam dört yüz
adam kuvvetinin kıymetindedirler. Sizler koca Isparta’yı
değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektrikle-
rin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbi-
rine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak
değil, belki bilakis birbirinin fazla kuvvetinden memnun
olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir
çarkı görse, memnun olur. Çünkü, vazifesini tahfif edi-
yor. Hak ve hakikatin, Kur’ân ve imanın hizmeti olan
büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar,
kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar
olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkit kapısı açmayınız.
Tenkit edilecek şeyler kardaşlarınızdan hariç dairelerde
çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o
meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğun-
dan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum;
siz de Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âde-
ta, her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz.
BARLA LÂHİKASI | 209 |
sır:
gizli hakikat.
Şuur:
bilinç.
tahfif:
kolaylaştırma.
taksimü’l-a’mal:
işlerin paylaşı-
mı.
tefânî:
birbirinde fani olma, fik-
ren arkadaşının meziyet ve hissi-
yatı ile yaşama.
telâkki:
anlama, kabul etme.
tenkit:
temizleme, fazlasını ve fe-
nasını atma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tesanüd-i adedî:
sayıların daya-
nışması. (İki tane 1 rakamının
toplamının 2 etmesi, yanyana ya-
zıldığında ise 11 olması gibi.).
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
uhuvvet:
kardeşlik.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zat:
kişi, şahıs, fert.
adeta:
sanki.
bilâkis:
aksine, tersine.
çark:
bir eksenin döndürdüğü
tekerlek biçimindeki makine
parçası.
çark:
dönen, işleyen şey.
cihet:
yan, yön, taraf.
farz:
kabul.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
hâdim-i hak:
Allah’ın hizmet-
çisi.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek, sahici.
hariç:
bir şeyin dışında kal-
ma.
hazine-i âliye:
ulvî, yüce ha-
zine.
içtima:
toplanma, bir araya
gelme.
iftihar:
gurur, övünme.
iftihar:
haklı olarak övünme.
kıymet:
değer.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
memnun:
sevinmiş, sevinçli.
meziyet:
kıymetli özellik.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muavenet:
yardım, yardım-
laşma.
naşir:
dağıtan, yayan, neşre-
den, saçan, açan.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
1.
İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz gider. (Enfal Suresi: 46.)